Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Peygamberimizin erken vedası

Sevgili Peygamberimizin veda hutbesinden önceki en önemli konuşmalarından birisi Tebük Seferi esnasındaki hitabıdır. Bence bu konuşma içeriği ve zamanı itibariyle en azından veda hutbesi kadar önemlidir. Neden mi? Şundan ötürü:
631 yılındayız. Peygamberimizin vefatından bir yıl öncedir. Mekke fethedilmiştir. Kâbe'deki putlar temizlenmiştir. Hıristiyanlığın o günkü temsilcisi olan Rumların, Medine'ye yürüyeceği haberi gelir. Çünkü Müslümanların siyaset sahnesinde güçlenmesi, putperest Kureyş iktidarını devirmesi, Rumları endişelendirir. Rumların askeri harekâta hazırlandığı haberi Medine'ye ulaşır. Bunu duyan Peygamberimiz (s.a.v.) onlar harekâta girişmeden önce, 30 bini aşkın sahabesiyle yaklaşık bin kilometrelik yolu -Şam yolunu- aşar. Hıristiyan Roma'nın askerlerini yolda karşılayacaktır. Ancak karşı taraftan bir cevap gelmeyince Tebük'ten geri dönülür. Savaş olmaz.
Tebük seferi, hem maddi yükü hem de yolun uzunluğu itibariyle 'zorlu yolculuk' olarak anılacaktır. Biz bu yazımızda elbette bu hadiseyi anlatacak değiliz. Bu yolculuğun dönüşünde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) manidar olan tavrını anlatacağız. Özellikle iki noktayı:

Büyük mücadele: Nefis mücadelesi
Birinci şudur
: Tebük'ten dönen ordu son derece yorgundur. Bin kilometrelik bir yol aşılmıştır. Askerin derisi kemiğine yapışmış, ayakkabıları parçalanmıştır. Tam bu ortamda Peygamberimiz şöyle buyurur: "Şimdi küçük cihaddan (mücadeleden) büyük cihada dönüyoruz." Sahabe hayretle sorar; Ey Allah'ın Resulü! Ne kadar yorgun ve perişan olduğumuzu görüyorsunuz. Bu halimizden daha büyük bir mücadele -cihad- var mı?
Evet diye cevap verir Allah'ın Peygamberi. Ve şöyle anlatır: "Şimdi aslında büyük cihada döndünüz. Nefsinizle, heva ve hevesinizle mücadele etmeye dönüyorsunuz."
Allah'ın Peygamber'i (s.a.v.), nefse gem vurmayı, savaş sahasında canı feda etmekten daha önemli görüyor. Çünkü sahada kazandığınızı, iman planında kaybedebilirsiniz. Tarih boyunca müminler, düşmanı mağlup etseler de kendi aralarındaki çekişmeleri bir türlü aşamamışlardır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.); "Ya Rabbi mücadelemizi aramızda kılma, bizi birbirimize vurdurma" derken bu mücadeleye işaret etmişlerdir. Peygamberimizin en büyük endişesi de zaten buydu. İç âlemimizde hep kaybettik. Şeytandan ve nefisten kaçarken hep tökezledik.

En güzel yol Muhammed'in yolu
İkincisi şudur:
Tebük'te Hz. Peygamber (s.a.v.) sabahleyin sırtını bir hurma ağacına dayanarak son derece önemli bir hutbe verir. Gözler yaşarır. Gönüller coşar. Muhteşem bir hutbedir bu hitabe. Peygamberimizin ibret dolu konuşması şöyleydi.
"İnsanların hayırlısı, atının veya devesinin sırtında, ya da iki ayağının üzerinde (Allah'ın dinini hidayet bekleyenlere tebliğ eden) dir! İnsanların kötüsü de Allah'ın Kitabı'nı okuyup ondan hiç faydalanmayan fasık ve cüretkâr kimsedir.
İyi biliniz ki: Sözlerin en doğrusu, Allah'ın Kitabı'dır! Yapışılacak en sağlam kulp, takvadır! Dinlerin hayırlısı, İbrahim Aleyhisselam'ın dinidir (İslam)! Sünnetlerin hayırlısı, Muhammed'in sünnetleridir! Sözlerin en şereflisi, Allah'ı anmaktır. Kıssaların güzeli, Kur'an'dır (da olanlar). Amellerin hayırlısı, Allah'ın yapılmasını istediği farzlardır. Amellerin kötüsü bid'atlerdir. En güzel yol ve gidişat, Peygamber'in yolu ve gidişatıdır. Ölümlerin şereflisi, şehitliktir.
Körlüğün en kötüsü, doğru yolu bulduktan sonra ondan sapmaktır. Az olup yeten şey, çok olup meşgul ederek Allah'a ibadetten alıkoyan şeyden hayırlıdır. Özür dilemenin kötüsü, ölüm gelip çattığı andaki özürdür. Pişmanlığın kötüsü, kıyamet günündekidir. İnsanların hayırsızı, cumaya en son gelen ve Allah'ı kötü bir dille anandır. Yanlışları en çok olan dili çok yalan söyleyendir.
Zenginliğin hayırlısı, gönül zenginliğidir. Azıkların hayırlısı, takva azığıdır. Hikmetin başı, Allah korkusudur. Hamr (içki), günahların her çeşidini bir araya toplayandır. (Terbiye olmamış) gençlik, delilikten bir parçadır. Faiz kazançların en kötüsüdür. Yemenin en kötüsü, yetim malı yemektir. Mutlu insan kendinden başkasının halinden ibret alandır.
Her biriniz, dört arşın yere (mezara) gidecektir. Amellerin muhasebesi ise ahirete kalır. Amellerde esas olan neticeleridir. Düşüncelerin kötüsü, yalan yanlış düşüncelerdir. Mümine sövmek, günahkârlıktır. Mümini öldürmek küfürdür. Müminin etini yemek (gıybetini yapmak) Allah'ın buyruklarına karşı gelmektir.
Yalan yere Allah üzerine yemin eden kişi, yalanlanır. Af talep eden kişi, Allah tarafından affolunur. Kim öfkesini yenerse, Allah onu mükafatlandırır. Uğradığı ziyana katlanan kişiye, Allah onu mükafatlandırır. Uğradığı ziyana katlanan kişiye, Allah karşılığını verir. Allah, zorluklara katlanan kimsenin ecrini kat kat artırır. Allah'a isyan eden kişiyi, Allah azaba düşürür.
Ey Allah'ım! Beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
Ey Allah'ım! Beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
Ey Allah'ım! Beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
Kendim ve sizin için, Allah'tan mağfiret talep ederim!"
Bu konuşma, erken bir vedayı hatırlatan bir konuşmadır. İman eden ve kendini Müslüman sayan her kese yapılmış bir konuşmadır. Bu konuşma bir iç muhasebesidir. Onun için veda hutbesinden daha özeldir. İçe hitap eden bir konuşmadır. (Veda hutbesi ise, hem dışa ve hem de içe yapılmış bir hitaptı). Ben Müslümanım demekle Müslüman olunamayacağını hatırlatan bir konuşmadır. Hz. Peygamber'in derdi, Allah'a ve resulüne iman eden ve bu imanlarını amelleriyle süsleyen bir nesil ve millet yetiştirmekti. Zaten Peygamberlik misyonu bu değil miydi? Hz. Adem'in, Hz. Musa'nın Hz. İsa'nın ve hepsinin derdi buydu.

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) üç dileği

Medine ile Kuba Mescidi arasındaki yol boyunda bir mescit bulunur. Bu mescidin adı "Cuma" mescididir. Cuma namazının ilk kez bu mescitte kılındığı belirtilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu mescide Yüce Allah'tan bir talepte bulunur. Dua eder. Üç şey ister. O, bunu şöyle aktarıyor: "Ben Yüce Allah'tan üç şey istedim. İkisini kabul etti, ama üçüncüsünü kabul etmedi. Dedim ki Ya Rabbi ümmetimin helakı düşmanlarının eliyle olmasın. Allah bu isteğimi kabul etti. Dedim ki Ya Rabbi! Ümmetim sel ve benzeri felaketlerle yeryüzünden silinmesin. Allah bunu da kabul etti. Sonra dedim ki; Allahım! Ümmetim kendi arasında savaşmasın. Birbirleriyle mücadele edip, çekişmesinler. Allah bu isteğimi kabul etmedi."
Yüce Allah Müslümanların nefislerine hâkim olamayıp değişik gerekçelerle çatışacaklarını bildiği içindir ki, Peygamberine senin bu duan kabul edilmeyecektir buyurmuştur.
Gerek Tebük hutbesi, gerek Tebük'teki nefis uyarısı ve gerekse de cuma mescidindeki bu üç talep bize önemli bir mesaj veriyor. Yazıma bu mesajları özetleyerek son vereyim:
Nefse hâkim olmak, savaşta düşmanı yenmekten daha zordur. Düşmanınızı yenebilirsiniz, ama bu zaferin akabinde nefsinize mağlup olabilirsiniz.
Her Müslüman iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla sorumludur. Bizim hayattaki görevimiz sadece iyi birer mümin olmak değildir. Dini anlatmak, iyi ahlakı yaymak, insanları Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) yönlendirmek bizim mümin olmamız noktasında başlıca manevi görevimizdir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ve arkadaşlarının bütün mücadelesi buydu. Tebük hutbesi bunu deklare ediyor. Aslında Kur'an'ın tümü bunu anlatıyor. Bunu yapamazsak yaptığımız secdenin, rükûnun, orucun, zekâtın ne kıymeti olur? Kıymeti olur mu?
Kıyamete kadar Müslümanlar arasında tatsızlıklar olacaktır. Şu veya bu gerekçelerden dolayı. Ama bu tatsızlıklar olacaktır. Bizim birer Müslüman olarak görevimiz bu tatsızlıkları minimize etmektir. Keşke gayrimüslimlere gösterdiğimiz toleransı -ki bu toleransın gerekli olduğuna inanıyorum- birbirimize gösterebilsek. İslam coğrafyasına baktığımızda bu temennilerimize çok muhtaç olduğumuzu görebiliriz.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA