Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Zirvesi'ne katılmasını genelde Türkiye çerçevesinde değerlendirdik. Gerçekten Türkiye'nin yoğun bir programı vardı. Erdoğan birçok devlet başkanıyla ikili görüşmelerde bulundu. Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan ise Erdoğan döndükten sonra kendi mevkidaşlarıyla görüşmeye devam etti.
Ancak New York'taki 76. Genel Kurul'da tabii ki sadece Türkiye yoktu. 180 kadar ülke heyeti katıldı. Ama biz Türkiye'nin kendi yoğunluğu nedeniyle kamuoyunda BM değerlendirmesine pek vakit bulamadık.
Halbuki yıllar boyu bu konuyu en fazla işleyen ülkedir Türkiye. Herkesin umursamaz olduğu dönemlerde dahi Erdoğan her yıl BM kürsüsünden BM'nin reforma ihtiyaç duyduğunu defalarca seslendirdi. Bu anlamda teklifler ortaya sundu. BM'nin hem nasıl daha işlevsel hale gelebileceğine hem de iç işleyişindeki adaletsizliğin giderilmesine dair somut önerilerde bulundu.
Zaten "daha adil bir dünya mümkün" sloganı da bu minvalde ortaya çıktı. Yıllardır Erdoğan tüm dünyaya beşli veto sisteminin adaletsizliğini anlatıyor. Reforme etmenin güçlüğünü öne sürenlere de "daha adil bir dünya mümkün" diyor.
BM'nin kuruluşundan bu yana iki temel ilkesinden birisi adalet diğeri barıştır. Ve adaletin sağlanamadığı bir düzlemde barışın mümkün olmadığı inanışına dayanmaktadır. Ancak maalesef kuruluşunda bile adalet ilkesi pek gözetilmemiş ve bu nedenle de barış vizyonu gerçekleştirilememiştir. BM kısır çekişmelerin zemini haline gelmekten kendini kurtaramamıştır.
Ancak öyle ya da böyle doksanlı yıllara kadar BM'nin yapısı uluslararası güç dağılımını yansıtıyor diye düşünülebilirdi. Fakat günümüzde dünya siyasetinin gerçek dinamiklerini de yansıtmaktan uzak hale geldiği için iyice anlamsızlaşmakla karşı karşıya. İşte o nedenle de artık Rusya gibi devletlerden bile reform sesleri yükselmeye başladı.
Gerçi dünya tarihindeki örneklerine bakacak olursanız böylesi bir kurum dünya gerçeklerinden bu kadar uzaklaştıktan sonra çeşitli düzenlemelerle yeni gerçekliği yakalama şansının gittikçe azaldığını görürsünüz. Bu nedenle uluslararası siyasetin önemli aktörleri bu tür çağrıları göz ardı etmeye devam edip reform işini geciktirdikçe aslında BM'nin içi daha da boşalıyor. İşte o zaman düzen bir başka yerden patlak verir, bu düzenin uluslararası kurumları bütünüyle ortadan kalkar ve yeni düzenin hakimleri yeni kurum arayışlarına girişmek durumunda kalabilir.
Yani demem o ki, eğer BM ve BM'yi kuran aktörler ve zihniyet uluslararası sistemde daha adil bir kurumsallaşmanın önünü açacak reform çabalarını göz ardı etmeye devam ederse bu sefer düzen tümden sarsılabilir ve yeni düzenlemeler mecburi hale gelebilir. Reform mümkün olmaktan çıkar zoraki olur.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz