Dış politika ve güvenlik stratejisinin oldukça hassas bir çizgide kurgulanması gerekir. Ne aşırı korkak, ne aşırı cüretkâr olmalı. Ne pasif kalmalı, ne de aşırı hareketli olmalı. Ne tamamen savunmaya yaslanmalı, ne de aşırı saldırgan olmalı. Hedefi ne küçük tutmalı, ne de çok yükseğe çekmeli. Benzer araçları devreye sokma tecrübesi geliştirmeli, fakat arada farklı araçları da sahneye sürebilmeli. Aksi takdirde kazanıyor olduğunuzu düşündüğünüz bir anda bile her şey tepetaklak olabilir
Bu ve benzeri ifadeleri sıralamak kolay. Kâğıtta güzel duruyor. Ama gerçek hayatta bunların arasındaki farkları tespit etmek öyle kolay iş değil. Gerçekten büyük ustalık gerektiriyor. Basit bir mukayeseyle ne demek istediğimi biraz açmaya çalışayım.
Türkiye 2016'dan bu yana Suriye'de askeri operasyonlar yapıyor. DEAŞ'ı temizledi. PYD'yi sınırından attı. ABD ve Rusya ile aynı anda mücadele verdi. Dengeli bir diplomatik çizgi inşa etti. İlk başta dile getirdiği güvenli koridoru kendi imkânlarıyla bir duvar örer gibi sabırla inşa ediyor
Toplamda şimdiye kadar dört askeri harekât yaptı. Bunların hepsi başarıyla sonuçlandı. Operasyonlar sırasında ciddi diplomatik baskıya maruz kalsa da kendi yolunu bulmayı becerdi. Askeri harekâtları diplomatik müzakerelerle bağladı. Yürümesi gerektiğinde cesaretle yürüdü. Durması gerektiğinde ihtiyatla durdu. Aşırı yayılmacı bir eğilim göstermediği için uluslararası tepkileri de yönetebileceği kadar yönetti.
Olmaz denilen işler teker teker gerçekleşti. Amerikalılar sınırımızdan zorla çekildi. İdlib'de Rus destekli Rejim ilerlemesinin önü kesildi. Şimdi Rusların Suriye'den çekilme ihtimali doğunca da yeni imkânlar karşısına çıkıyor. Türkiye yine aynı akılcı yöntemlerle kendi belirlediği hedefe doğru yol almayı sürdürecektir.
Bu hikâyeyi bir de Rusya'nın son haliyle kıyaslayın. Rusya kendine Suriye'de, Libya'da, Kafkaslar'da ve Ukrayna'da çok geniş bir alan buldu. Bunlar arasında bir öncelik sıralaması yapma ihtiyacı bile duymadı. Saldırgan bir mantıkla durmadan hedef büyüttü. Hepsini bir kenara bırakın, Ukrayna'da Donbas'la beraber Karadeniz için kendi stratejik önceliğini tamamlamış sayılırdı ama Putin daha fazlasına tamah etti.
Üstüne üstlük gereksiz ve gücünün yetmeyeceği meydan okumaları seslendirdi. Kazanımlarını diplomatik yöntemlerle mühürlemek dururken o her şeye ve herkese kafa tutmayı seçti. Theodore Roosevelt'in ifadesidir. Dış politikada "yumuşak konuşup büyük bir sopa taşımak" gerekirmiş. Putin sert konuştu. Sopası da yeterince büyük çıkmadı. Sonuç ortada. Belki de son on yılda edindiği bütün kazanımları kaybedebilir.
Bu basit mukayese bize Türkiye'nin Suriye'de nasıl hassas bir çizgide başarıyla yürüdüğünü gösteriyor. Önümüzdeki günlerde de aynı usta manevralar takip edilecek olursa Suriye sahası Türkiye için bir güvenlik sorunu olmaktan çıkıp büyük bir kazanca dönüşebilir. Beklenen askeri operasyonu bu açıdan görmek sanırım en doğrusu.