Bugünlerde Türk dış politikasında genel bir sessizlik hâli var. Normalde olaylar daha hızlı akar. Ama şimdilik sanırım hem izleyici hem uygulayıcı birçok kimsenin gözü haziran ayındaki NATO zirvesine kilitlenmiş hâlde. Zirve esnasında Erdoğan ile Biden arasında baş başa bir görüşme de planlanıyor.
Biden, Türkiye konusuna kötü bir başlangıç yapmış ve sözde Ermeni "soykırımı" iddialarını destekleyen bir açıklama yapmıştı. Muhtemelen NATO zirvesindeki görüşmede Biden bu açıklamanın olumsuz etkilerini düşürmek istiyor. Fakat keşke Türk-Amerikan ilişkilerini zehirleyen tek başlık bu olsa. Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir çırpıda 10 kadar kriz başlığı bile sayabiliriz.
Ama buna rağmen ilişkilerin tarihi nedeniyle mi yoksa bu kadar krizli bir ilişkinin sürdürülebilirliğinin gittikçe düşmesi nedeniyle mi dersiniz zaman zaman iyimser beklentilerle karşılaşıyoruz. Türkiye ile Amerika'nın öyle ya da böyle iki önemli NATO müttefiki olduğu gerçeğine dayanan bu beklentiler, ilişkilerde genel bir iyileşme olmasa bile belli başlı konular üzerinden adım adım ilerleyebilecek bir sürecin başlayabileceği hissine dayanıyor.
Zaten iyi niyetli yaklaşım bunu gerektirir. Fakat dış politika, iyi niyet meselesinden ibaret değildir. Dahası Amerikan Başkanı'nın Türkiye söz konusu olduğunda pek iyi niyetli olmadığını da biliyoruz. Diğer taraftan doğrudan Türkiye'ye düşmanlık etmese bile Amerika'nın içinde bulunduğu haller düşünüldüğünde tutarlı bir iyileştirme politikası beklemek de zor.
Aslında bu anlamda iyimser olabilmek için elde tek bir veri var. O da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diplomatik tecrübe ve becerisiyle ilgili. En olmaz denilen zamanlarda dahi en olmaz denilen ülkelerle bile başarılı bir müzakere yürütüp karşı tarafı son derece kritik konularda ikna edebildiğini gördük.
Özellikle Trump döneminde birçok örneği var. Trump, Suriye'nin kuzeyinden çekilmeye ikna olmuştu. S-400'ler konusunda daha da öteye geçip Türkiye'nin tezlerini seslendirir hale gelmişti. Daha seyrek olmakla birlikte Obama döneminin özellikle erken döneminde de Erdoğan'ın yoğun bir nüfuzu vardı.
Biden düşmanlık konusunda daha kararlı olabilir ama genel olarak dış politikada izlemeyi tercih ettiği yatıştırma siyaseti düşünüldüğünde zayıf taraflarının var olduğu da söylenebilir. Kısacası, eğer NATO zirvesinde ciddi bir pazarlık olacaksa bu büyük oranda Erdoğan faktörüyle olacaktır.
Ama onun dışındaki birçok konunun muğlak kalmaya devam edebileceğini söyleyebiliriz. Amerika ile Türkiye arasında yeni bir bahar kimse beklemesin. Çünkü Amerika, dünya siyaseti hakkında şu an sloganların ötesinde bir netlik üretebilmiş değil.
Bu nedenle NATO zirvesinde Erdoğan'ın girişimciliği sayesinde birkaç pozitif kazanç olsa da, Amerika muğlak saldırganlık tavrını sürdürecektir.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz