Liberal ideolojinin yaygınlık kazandığı her dönem, önüne gelen herkes devleti küçümsemeye başlar. Finans piyasalarının özerkliği, gümrük vergilerinin düşürülmesi gerektiği, küresel piyasaların herkesi mutlu edeceği, devlet otoritesinin özgürlükleri kısıtladığı, hatta hepimizi köleleştirdiği gibi iddialar boy boy sıralanır. Kitaplar makaleler havada uçuşur.
Son dalgasını Reagan iktidarından Obama dönemine kadar yaşadık. Liberal paradigma dünyadaki diğer görüşlere neredeyse yaşam alanı bırakmadı. Bazılarını önemli ölçüde kendi bünyesinde eritmeyi bile becerdi. Mesela solcular üçüncü yolculuk adı altında liberalizmin evcilleştirilmiş bir sol kanadı olmayı kabullendi. Hatta bu hareketin öncülerinden Tony Blair Amerika ile birlikte Irak Savaşı'nda meşrulaştırıcı ve kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Benzeri durumlar birçok ideolojik tutum için söz konusu oldu.
KRİZLER DEVLETİ HATIRLATIYOR
Ancak kriz anlarında insanlar özellikle uluslararası liberalizmin bize yutturmaya çalıştığı evrenselcilik iddialarını sorgulamaya başlıyor. Son olarak Kovid-19 nedeniyle devletin vatandaş yaşamında nasıl koruyucu bir rol oynadığı tekrar görüldü. Bu zamana kadar hep küçülmesi gerektiği ezberden söylenen devletin asli görevi ortaya çıktı. Vatandaş bu zor zamanlarda dönüp devlete bakıyor. Birçok devlet de kendi vatandaşına koruma sağlama eğilimi gösterince küresel işbirliği kavramının içinin ne kadar boş olduğunu sanırım hepimiz anladık. Küresel işbirliğinin en başarılı örneği olarak gösterilen Avrupa Birliği üye ülkeleri birbirlerinin maske ve solunum cihazlarına el koyar hale geldi.
Daha acı bir örneği ise Filistin'de yaşanıyor. Onları İsrail zulmüne karşı koruyacak bir devletleri yok. Bir devletleri olsa belk i savaşır ve kaybederlerdi ama şimdi bir apartheid rejimi altında yaşamak zorundalar.
Devletlerin ulusal güvenliğine yönelik tehdit tüm vatandaşların yaşamını doğrudan etkiler. Bu yüzden de her zaman teyakkuzda olmak gerekir. Liberaller ve onların değnekçisi post-modernler bu endişeyi hep küçük görmeye çalışır. Ama güvenlik söz konusu olduğunda her şey gerçekten pamuk ipliğine bağlıdır. Etrafımızdaki ülkelerin aylar içinde iç savaşa savrulabildiklerini gördük. Ülkemizde defalarca iç savaş denemelerinin yapıldığını da biliyoruz.
Bu nedenle ben devlet güvenliğine yönelik tehditleri alaya almaya kalkışanlardan veya sırf kendi siyasi çıkarları uğruna göz ardı etme eğilimi gösterenlerden hep rahatsızlık duyarım.
DENKLEM BASİT
Türkiye tam da kritik bir eşikte. Ya gerçek bir devlet olarak varlığını sürdürecek ya da istikrarsızlığa sürüklenerek eski patronların gölgesi altında yaşar hale gelecek. Birincisi etkin bir devlet olmak ikincisi ise uydu kalmaktır.
Bence vatandaş olarak hepimizin yapacağı tercih bu kadar basit. Zaten ülkedeki siyaset kutuplaşması da bunun üzerine inşa edilmiş durumda. Bir yanda istikrar, büyüme ve reform arayışı diğer yanda Erdoğan'ı devirmekten ibaret olan bir zihniyet. Türkiye ile Erdoğan'ın kaderinin büyük oranda birbiriyle örtüşmüş olması da bundandır. Türkiye'yi evcilleştirmek isteyenler öncelikle Erdoğan'dan kurtulmak ve bir daha Türkiye'de böylesi güçlü bir iktidara müsaade etmeyecek düzenlemelerin peşinde. Bunun için her tür siyasi partiyi, terör ve suç örgütünü aynı koalisyonun etrafında topluyorlar.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz