Muhalefet Türkiye'nin dış politikadaki somut kazanımlarından rahatsız. Halbuki bilseler iktidarın başarısı hepimiz için bir kazanç, bu kadar rahatsız olmazlar. Sonuçta ülkenin dış politikası tüm ülkenin geleceğini ilgilendiriyor. Ama maalesef muhalefetin öylesine gözü döndü ki, iktidarı eleştirmek adına ülkenin menfaatlerini bile hiçe sayan açıklamalar yapmaya devam ediyorlar.
Kendilerine "ne yapmalı" diye sorunca da maalesef içi boş temennilerden başka bir şey işitmiyoruz.
Diplomasi işletilmeliymiş.
Meseleler uluslararası kurumlara götürülmeliymiş.
Anlamadıkları daha doğrusu anlamak istemedikleri şu: Artık dünya siyasetinde uluslararası kurumların etkisi yok denecek kadar az. Bu kurumların kapısında çözüm için beklemek vakit kaybından başka bir şey değil. BM çalışmıyor. AB'nin çökme ihtimali konuşulur hale geldi. NATO bile krizde.
Doksanlı yılların dünya siyasetinden eser yok. Çünkü ortada bu kurumları destekleyen Amerikan hegemonyası yok. Eskiden bu kurumlar çoğunlukla büyük güçlerin faydasına daha ziyade de Amerika'nın faydasına çalışırdı. Ama küçük devletler de bu kurumların altında gölgelenirdi.
Muhalefetin kafası sanırım doksanlarda kalmış olmalı ki, Türkiye'yi uluslararası kurumların gölgesinde yan gelip yatan bir ülke olarak hayal ediyor. Ne dünya eski dünya ne Türkiye eski Türkiye. Gölge yok.
Gölge arayan da yok. Herkes başının çaresine bakıyor. Türkiye de yeni düzene ayak uyduruyor.
Bakın Suriye konusunda Cenevre süreci ne hale geldi. Daha başka örnek mi istiyorsunuz? Bakın Berlin Konferansı da işlemiyor. Bu kadar çok sayıda aktörün bulunduğu ve herkesin ayrı telden çaldığı bir toplantıda hegemonik liderlik olmadan sonuç çıkmaz. İyi niyet beyanları yayınlanır. Toplantı dağılır. Kavga kaldığı yerden devam eder. Bu kurumların gölgesine güvenen açıkta kalır.
İktidarın son dönemde aldığı başarıların en önemli kaynağı hiç şüphesiz yeni uluslararası sistemin gereklerine ayak uydurabilmesindedir.
Son üç dört yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan bizzat direksiyona geçti ve kriz alanlarını teker teker çözdü. Şimdi de ileri doğru atılım yapıyor. Bu krizleri çözerken de oldukça basit ama cesaret gerektiren bir formülü sahneye sürdü. Türkiye'nin sadece Batılı ülkelere bağlı ve bağımlı bir aktör olmadığını ve gerektiğinde kendi ulusal çıkarları için diplomasiden askeri müdahaleye kadar her türlü aracı kullanabileceğini gösterdi. Ne boş tehditler savurdu.
Ne de tehditlere kulak astı. Uluslararası sistemdeki güç boşluğunu gayet başarılı biçimde okudu. Sınırlı askeri müdahalelerin sonuç alabileceğini gördü ve gösterdi. Ama hem askeri müdahaleleri siyasi hedefleriyle beraber sınırlı tuttu hem de bunların diplomatik zeminini ustalıkla hazırladı.
Putin ve Trump gibi uluslararası siyasetin en belirleyici olan iki aktörünü ikili diplomasiyle ikna etti. Etki gücü zayıf olan Avrupalı ülkeleri kenarda tuttu ve ancak gerektiği zamanlar resmin içine soktu. Uluslararası kurumları hiç boşlamadı. Her türlü meseleyi uluslararası kurumlara ve diplomatik müzakere masalarına götürdü ama uluslararası kurumların çözüm getirmeyeceğini hep bildi. Bu yöntemlerle operasyonların zeminini hazırladı.
Hem barış ve adalet arayışında olduğunu tüm dünyanın gözüne soktu hem de Türkiye'nin çıkarlarını artırdı. İşte yeni dünya ve yeni Türkiye budur. Herkes buna alışsa iyi olur.
Muhalefete samimi tavsiyemdir. Madem anlamıyorsunuz. Bari yapana saygı duyun. Güncellenememiş zihninizi bu işlerle yormayın.