Trump'ın 9 Ekim tarihli mektubu Türkiye'nin değil Amerika'nın utancıdır. Kullandığı dilin ve içeriğin çirkinliği tartışmaya bile değmez.
Dünya tarihine Amerikan yönetiminin düştüğü seviyesizliğinin bir utanç vesikası olarak geçecektir. Türkiye'yi tehdit etmenin boş bir kabadayılık olduğunu gösteren örnek bir olay olarak görülecektir.
Bu mektup zaman zaman Johnson mektubuyla kıyaslanıyor.
Aslında çok ciddi farklılıklar var. Johnson mektubunu basına İnönü sızdırmıştı. Çünkü o tarihte Kıbrıs'a askeri operasyon yapılamamış ve Johnson'ın tehdit içeren mektubu buna bir mazeret olarak gösterilmişti. Bugün Türkiye'nin bir mazerete ihtiyacı yok.
Tehditlere rağmen gereken yapılmış ve mektuba sahada en güzel cevap verilmiştir. Dikkat ederseniz bu kez basına mektubu Amerikan tarafı sızdırdı. Hem de biz tehdit ettik ama Türkiye dinlemedi demek için. Bu sefer mazeret üretmek zorunda kalan taraf Amerika.
Evet gerçekten de bu mektuba karşı bir mektupla cevap vermenin hiçbir anlamı yok. Johnson mektubu Kıbrıs Barış Harekatı'nı yaklaşık on yıl boyunca engellemişti. Bu sefer Türkiye aynı gün içinde 'Barış Pınarı'yla tehditleri boşa çıkarmıştır.
Anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan mektuba zerre kadar önem vermemiş. Bu saatten sonra da vermeyecektir. Zira içi boş teneke çok ses çıkartır. Türkiye mazeret üretmeden, tehditlere aldırış etmeden kendi göbeğini kendi kesiyor. Az laf çok iş.
TOZ VE DUMAN
Bir hafta içinde tozu dumana kattık. Türkiye operasyonda zorlanır diye bekleyenlerin elleri ayaklarına dolaştı. Alelacele ateşkes falan teklif etmeye başladılar. Tonlarca anlaşmazlığı olan aktörler birbirine yanaşıyor. Amerika'dan Rusya'ya Esad'dan PYD'ye herkesin etekleri tutuştu. Bize en yakın duracağını tahmin edebileceğimiz aktörler dahi bu kadar hızlı ve başarılı bir harekât beklemiyordu. Gözleri korktu. Her türlü farklılığı bir kenara bırakıp yeni pozisyon alma gayretine girdiler.
Dün bunun en açık sonucu PYD ile Esad'ın Münbiç'teki tavrı oldu. PYD kendini Esad'ın kucağına attı. Bu alışık olmadığımız bir durum değil. Bir benzerini Zeytin Dalı Operasyonu sırasında Tel Rıfat'ta da görmüştük.
Ama asıl önemli olan PYD ve Esad arasındaki yakınlaşma değil. Onlar nihayetinde sahadaki mayın eşeği. Kendilerine müsaade edilen ne varsa onu yapmakla görevli. Eğer Rusya Münbiç konusunda Esad'a göz yummasa Esad bu işe tek başına kalkışamazdı. Zaten sonrasında Rus askerlerinin de bölgeye aktığını gördük. Dahası bu işin içerisinde Amerika'nın da bulunduğunu görmek lazım.
Amerika'da yoğun baskı altında kalan Trump ateşkes gibi zaman kazanma amaçlı bir yönteme bu yüzden başvuruyor. Tabii ki Türkiye böylesi bir teklifi prensip olarak reddetti. Erdoğan "terör örgütüyle masaya oturmayız" dedi. Gelen Amerikan heyetinin derdi de bu. Hatırlayın. Hep Amerika bizi oyalamanın peşindeydi. Görüşmelerde şimdi biraz da onlar oyalansın. Türkiye için durum oldukça net. PYD'nin 30 kilometrelik hattan çıkartılması lazım. İster kendi gider. İster zorla çıkar. Amerikan tarafı görüşmek mi istiyor? Buyursunlar gelsinler. Ama bizim siyasetimiz gayet basit ve net. Cumhurbaşkanı Erdoğan diplomatik görüşmelere kapıyı hiç kapatmasa bile kendi durduğu yerden gayet açık biçimde ilkelerini dile getiriyor.
Amerikan heyeti apar topar geldiğinde karşısında bulacağı budur. Şimdi kilit nokta Ayn el Arab. Amerikan tarafı "buraya girmeyin" diyecek. Fakat Azerbaycan dönüşü Erdoğan bunu da gayet açık biçimde dile getirdi. "Ayn el Arab güvenli bölge planlarımız içindedir" dedi.
O nedenle biraz elimizi çabuk tutsak iyi olur. Askeri planlamayı bilemiyoruz ama bir an önce Ayn el Arab'da kontrolü sağlamak operasyonun hedefleri bakımından önemli. Amerika Münbiç'i önemsemediğini gösterdi. Ama Münbiç'in hemen kuzeyindeki Ayn el Arab herkes için önemli. Amerika kendisi koruyamayacağı için Münbiç kararıyla Rusya'nın ve rejimin bu bölgeye yaklaşmasını sağladı. Rusya şimdi Amerika'ya daha yakın bir konum alır mı derseniz. Muhtemeldir. Nihayetinde kimse babamızın oğlu değil. Ama Rusya şimdiye kadar yürütülen mekanizmayı dağıtmak ve Suriye savaşının başına dönmek ister mi? Şimdilik hayır. Putin yayılmayı tercih eder. Ama sınırsız bir yayılma hevesi kimsenin lehine olmaz. Amerika'yı mutlu etmek istediğini sanmıyorum. Putin bundan sonra önüne düşenleri toplamak eğiliminde olacaktır.
Türkiye tabii ki bütün bu seçenekleri değerlendiriyor. Her türlü senaryo çalışılıyor. Kararlı biçimde yürütülüyor. Diğer aktörler de kendi çıkarlarına uygun olarak Türkiye'nin kurduğu oyunu bozmak isteyecektir. Ancak bundan hareketle operasyonun göbeğinde milletin moralini bozacak şekilde sistemli korku pompalamamak lazım. Her askeri harekatın riskleri ve maliyetleri vardır. Ancak bazen hem risk hem de maliyeti göze almazsanız, kaybedersiniz. Kimse topyekûn kazanamaz. Ancak Türkiye kaybeden de olmayacak.