Birkaç gündür liberal moderniteyi ve onun post-moderniteye dönüşmüş halini yazmaya çalışıyorum. Daha yazılacak çok şey var. Bunu derinlere götürmek mümkün. Ama şu kadarını söylemek yeterli. Liberalizm kendini post-modern dünya görüşünde sürdürmeye çalışıyor.
Her ne kadar bu post-modernizm ve post-hakikat meselesi toplumda daha yeni yeni konuşulur hale gelmiş olsa da ciddi bilim felsefesi tartışmaları açısından postmodernizm zaten sıkıcılık sınırlarını aşalı çok oldu. Onun yerine bilim felsefecileri son yirmi yıldır eleştirel gerçekçilik tartışması yapmaya yöneldi. Ama onun da hakikati ontolojik bir tartışmaya sokması nedeniyle spekülatif bir alana hapsolduğunu söylemek lazım. Yani klasik modernizmin yerini almaya çalışan yeni moda bilim felsefelerinin biri yıkıcı ve sıkıcı bir gerçek-dışılığa savrulurken biri de ontolojik spekülasyon sayesinde sonu gelmez ve yöntemsiz bir müzakereye saplanıyor. Sonuç olarak hakikat arayışının zemini daha da kaygan hale geliyor. Bu nedenle de vülgarize haliyle toplumsal olarak herkesin hakikati kendine noktasına varıyoruz. Böylece liberalizmin beklentisi karşılanmış oluyor.
Çünkü liberalizmin asıl sahipleri yani küresel sermaye dağılmış bir hakikat anlayışının olduğu ortamlarda sahip oldukları bilgi üretim araçlarıyla tüm dünyaya kendi tercihleri olan bilgiyi en hakiki bilgi olarak sunma şansına sahip oluyor. Bunu da dağınık bilgi ortamlarında yapıyor. Eskiden liberalizmin bilgi üretim ve dağıtım merkezleri daha konvansiyonel araçlardan oluşuyordu. Bir zamanlar yazılı, sonra görsel medya. Şimdi de internet ortamı.
Yazılı ve görsel medya zamanlarında öyle ya da böyle bilgi dağıtım kaynağının sayısı sınırlıdır. Belli sayıda gazete ve belli sayıda TV kanalı bulunur. Sermaye doğal olarak bu az sayıdaki kaynağı kontrol ettiğinde veya onların ana akımına hâkim olduğunda kendi doğrusunu piyasaya hakikat olarak sunabilirdi. Şimdi internet ortamında herkesin bilgi ürettiği ve dağıttığı bir dönemde küresel sermayenin bu kadar çok aktörü kontrol edemeyeceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Aksine aktör sayısının artması dağınıklığın da artması anlamına geliyor. Dağınıklık arttıkça hakikat arayışlarının zemini kayıyor. Sermaye dışındaki konvansiyonel aktörlerin, yani siyaset ve bürokrasi, gibi kurumların tek merkezden bilgi ve değer üretmesi mümkün olmuyor. Konvansiyonel medya sayesinde ülke siyaseti ve milli değerler üretebilen merkezi idareler bugün küreselleşmiş dağınık değer üretimi karşısında daha ağır kalıyor. Milli değer, dini değer, toplumsal değer ve benzeri her ne varsa küresel hakikatsizlik karşısında zemin kaybediyor. Bu da yeni özgürlük alanı olarak sunuluyor. Hem de sınırsız! Tam da sermayenin istediği gibi.
'Parasını verirsem istediğimi seyrederim' diyen kafa parasını verince uyuşturucu alamayacağını kavrayamıyor. Daha sert örneklerde verilebilir ama gerek yok. Bu hakikatsizleşmiş ve değersizleşmiş kafa dağınıklık içinde kendine enjekte edilen liberal masalların içinde toplumsal yaşamı düzenleyen siyaseti unutup parayı verince her düdüğü çalabileceğini sanıyor. Ama dikkat edin bu tipler genelde küresel sermayenin yeni mavi yakalıları olarak isimlendirebileceğiniz beyaz yakalılar. Bilmem ne seyrederek, bilmem ne kahvesi içerek sınıf atladığını ve küreselleştiğini sanan bu gruplar post-modern liberalizmin yeni askerleridir. Ne kadar tek düze olduğunun da farkında değildir. Nedense oturduğu mahalleden tek bir partiye yüzde doksan oy çıktığını hiç düşünmez. Aklı da ermez.