Dünya sistemi yeni ve gevşek bir düzene geçerken devletler stratejik önceliklerini yenilemek durumunda kalacak.
Türkiye bir istisna değil. Hem iç hem dış siyasette son derece dinamik ve çalkantılı bir dönemde olduğumuz ve bu nedenle tepkilere dayalı bir yaklaşım benimsediğimiz doğru. Ancak Türkiye'nin aynı zamanda orta ve uzun vadeli hesaplamalarını da yapması gerekecek. Bu hesaplamaların başında da hiç şüphesiz ülkenin stratejik hedeflerini belirleme işi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu anlamda uzun süredir çeşitli hedefleri işaret ediyor. 2023 veya daha da uzun vadede 2071 bile zikrediliyor. Ülkenin ekonomik büyümesinde en belirgin hedef dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmek. Bu nedenle Erdoğan ülkenin ticaret hacminin geliştirilmesi gerektiğini hep dile getiriyor.
Güvenlik hedefleri bağlamında ise terörle mücadele hep öncelikli olarak anıldı.
Fakat bunun ötesinde Türkiye'nin yakın coğrafyasındaki istikrarsızlık kaynaklarının kurutulması hem terörle mücadele açısından hem de ülkenin konvansiyonel tehditlere karşı korunması bakımından acil bir ihtiyaç gibi duruyor. Öte taraftan güç parametrelerinde de Türkiye kendine yeni hedefler belirlemeye başladı. Yerli ve milli silah sanayiine yapılan yatırımların yanında Türkiye yeni silah pazarlarına erişebileceğini de gösterdi.
Bunların hepsi Türkiye'nin arzu ettiği hedefler olabilir. Ancak artık kamuoyu bu işi çok daha ciddiyetle ele alıp bu hedeflerden hangisinin daha öncelikli hangisinin vazgeçilmez olduğunu diğer bir deyişle hangisinin stratejik olduğunu tartışmak ve buna dair net bir cevap üretmek zorunda. Zira bunlar birbirinin tamamlayıcısı gibi görünmesine rağmen kritik hesaplamalarda aslında birbirine alternatif hedeflerdir. Stratejik anlamda ekonomik büyümeyi tercih etmek güvenlik kaygılarını veya askeri güçlenme hedeflerini ikincil plana itmeyi gerektirir. Mesela Batı ittifakı dışında silahlara yapma kararı alındığında ekonomik yaptırımlar gündeme gelebiliyor. Eğer tek başına ekonomik büyüme hedefleniyorsa güvenliği tehlikeye atma ihtimali hep var. İşte bu nedenle Türkiye yeni uluslararası sistemin şartlarını daha dikkatli okumak ve yeni tehdit türlerine veya yeni fırsat alanlarına göre kendini hazırlamak zorunda.
Aslına bakarsanız ekonomik büyüme için uygun zamanlarda değiliz.
Neoliberalizme dayalı ve Amerikan güvenlik şemsiyesi altındaki dünya sistemi ortalarda yok. Aksine merkezi bulunmayan korumacı bir döneme girdik. Bu yeni dönemde değişim beklentileri yüksek olacak.
Türkiye gibi ülkeler bir üst kategoriye gitmenin yollarını arayacak. Ancak çok fazla değişim arzusu her aktörü savunmacı yöntem ve davranışlara itebilir. Fark yaratmak isteyenler güvenliğe değil güce yatırım yapmak zorunda.
Evet güvenlik tehditleri yüksek fakat korkuları abartmak hareketsiz kalmaya ve saldırgan politika izleyenlere karşı zafiyet yaratır. Hitler karşısında Fransa'nın yaşadığı trajedi bu türdendir.
Bu nedenle yeni dönemde Türkiye'nin stratejik hedefinin güçlenme siyaseti olması gerektiğini düşünüyorum. Ekonomik bedeline veya güvenlik kaygılarına rağmen büyüme ve güçlenmeyi öncelemek gerekiyor. Dünya şayet bir krize sürüklenecek olursa zenginler veya sınırlarına duvar örenler güvende kalmayacak zengin de olmayacak. Güçlülerin ayakta kalabileceği bir döneme giriyoruz. Türkiye de kendi stratejik hedefini bu çerçevede belirlerse krizleri fırsata çevirme şansına sahip olabilir.