Dünya siyasetine dair zaman zaman karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ancak öylesine bir tehlikenin eşiğindeyiz ki, ne kadar anlatsak azdır. Israrla söylemeye çalışıyorum. Dünya siyaseti 1930'lu yıllara çok benziyor. Güç boşluğundan doğan gevşeklik tüm devletlerin güvenlik değerlendirmelerini etkiliyor. Bu gevşek düzen hem fırsatlar hem de tehditler barındırıyor. Boşluk alanlarını görenler fırsatları değerlendirmek isteyecek. Ve herkes fırsatları değerlendirmek isteyeceği için herkes aynı zamanda tehdit hissedecek. Kendisini güvence altına almak isteyenler bile saldırgan tavırlar benimseyebilir.
Dikkat ederseniz zaten sınır değişiklikleri başladı bile. Suriye bir deneme tahtasına döndü. Rusya zaten Kırım'ı işgal etti. Şimdiye kadar Batı kamuoyunda bu Rusya'nın yayılmacılığına bağlanıyordu. Ancak daha beterini Amerika ve İsrail yaptı. İkinci Dünya Savaş'ından bu yana sınır değişikliğinin reddedildiğine dair bir normatif değerlendirme vardı. Ancak Amerika bu normu da çökertti. Sınır değişikliklerinin kapısını ardına kadar açtı. Şimdi herkes benzer bir tutumun mümkün olabileceğini düşünecek ve ne kadar kriz alanı varsa birçok devlet bunları oldubitti yöntemiyle çözmeye çalışacak. Hatırlayın 1930'ları. İtalya Habeşistan'ı, Japonya Mançurya'yı böyle işgal etmedi mi? Hitler güç boşluğunu avantaj haline getirmek için önce Avusturya'yı sonra Çekoslovakya'yı ele geçirmedi mi? Her seferinde test etti. Bir adım attı. Baktı tepki yok. Bir adım daha attı. Sonuç olarak Polonya'da savaş başladı.
Sorun şu ki, bu tür dönemlerde devletler kendilerini sınırlandırmada güçlük çeker. Çünkü ben kendimi tutsam başkası tutmayacak diye düşündüğünden herkes tehditleri bir an önce fırsata dönüştürmek isteyebilir. Hindistan - Pakistan gerilimi bile yeniden doğuyor. Rusya Venezuela'ya destek vermeye başladı. Güney Çin Denizi'nde hareketlenme var. Boşluk kapma yarışı hızlanarak devam edecek.
Ancak şunu da bilmek lazım. Bu yarışın sonu savaşa vardığında kazananı olmuyor. Sorumlu ve gerçekçi bir yönetim bu olaylara uygun tepkiler geliştirebilmeyi öğrenmeli. Aslında en iyi alternatif kazananı olmayacak bir savaştan kaçınmaktır. Mesela ABD uzun süre İkinci Dünya Savaşı'na katılmadan kenarda bekleyebildiği için büyük kar etti. Ancak bu Amerika'nın Avrupa siyasetinden çok uzak olması sayesinde elde ettiği bir fırsattı. Türkiye gibi her türlü krizle sınır paylaşan bir ülke için her zaman bu şans olmuyor. Siz savaştan kaçarsınız ancak bir başkası sizi savaşa sürükleyebilir.
Dolayısıyla gözleri kapatıp tehlikenin geçmesini beklemek çözüm değil. O zaman ikinci en iyi seçenek uzun vadeli ve tek taraflı planlara saplanıp kalmak yerine manevra kabiliyetini artırmaktır. Boşlukları mümkün olduğunca doldurmak ancak gereksiz bir yayılmadan kaçınmak gerekir. Başkalarının saldırgan hareketlerine karşı savaşa varmayacak şekilde bir denge oluşturmak ve başka bir devletle kader birliğine gitmemek gerekir. Esnekliği korumak ve hızlı hareket etmek ancak çok ileri gitmemek bu krizli dönemde başarının anahtarı olacak.