Literatüre beşerî ve sosyal bilimler alanında yapılan Türkiye kaynaklı katkılar büyük ölçüde toplumumuz ve tarihimiz üzerine tahliller ile sınırlıdır.
Bunlar değişik alanlarda kuramlar geliştiren bilim insanlarına mukayese imkânı sunmuş ve Batı merkezli değerlendirmelerin dünyanın geri kalanına açılmasına yardımcı olmuşlardır. Örneğin, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık "Küresel Tarih" yazımında büyük bir boşluğun doldurulmasını sağlamışlar, Şerif Mardin'in araştırmaları modernlik sonrası Ortadoğusu'nun global düşünce tarihine entegrasyonunu mümkün kılmıştır.
Buna karşılık Muzaffer Şerif patentli sosyal psikoloji kuramları istisnâ edilirse kapsayıcı teoriler geliştirme ve Türkiye/Osmanlı dışı alanlarda katkı sağlama alanında zikredilebilecek Türkiye kaynaklı isimler oldukça sınırlıdır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde söz konusu disiplinlerdeki literatüre yakın dönemde yapılan Türkiye kaynaklı iki büyük katkıdan bahsedebilmek mümkündür.
Bunlardan birincisi, bir kurumsal başarı öyküsü olan Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'dir. Yirmi beş yılda tamamlanan bu yapıt, Encyclopedia of Islam'ın ciddî önyargılar içeren birinci, ikinci ve objektif üçüncü versiyonlarından daha kapsamlı ve tarafsız bir başvuru eseri olmuştur.
Bir kurumsal girişim çerçevesinde yapılan bu katkı dışında öne çıkan isim ise geçtiğimiz hafta vefat eden Profesör Fuat Sezgin'dir.
Akademik unvânların ucuzladığı ve anlamsızlaştığı postmodern dünyada kelimenin gerçek anlamıyla "âlim" olarak diğerlerinden ayrılan Sezgin, İslâm bilim ve düşünce tarihi, coğrafyacılık ve denizciliği benzeri alanlarda "insan ömrü"ne sığdırılması güç katkılar ortaya koymuştur.
Diğer bir ifade ile çok sayıda uzmanın katkılarının derlenmesiyle Encyclopedia of Islam'dan daha kapsamlı ve objektif bir yapıt olarak Diyanet İslâm Ansiklopedisi ortaya konulurken, Sezgin benzer bir katkıyı tek başına gerçekleştirmiştir.
Katalogdan ansiklopediye, referanstan tahlile
Sezgin, şahsî gayreti ile Carl Brockelmann'ın Arapça değişik alanlarda kaleme alınmış yazma eserlerin toplu katalog ve kısa değerlendirmesini sunan "Geschichte der arabischen Litteratur (GAL)" gibi "aşılmasının mümkün olmadığı, ancak şerh düşülerek ve eksikler tamamlanarak geliştirilebileceği" düşünülen çalışmasının yerine geçmekle kalmayarak yeni ufuklar açan bir başeser kaleme almıştır.
Sezgin'in on yedi cildi tamamlanan "Geschichte des arabischen Schrifttums (GAS)" eseri, üzerine yoğunlaştığı medeniyete önyargılarla yaklaşan Brockelmann'ın (bu önyargılar, Türkçeye "İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi [1954]" başlığı altında çevrilen kitapta daha açık biçimde dile getirilmiştir) çalışmasına kıyasla çok daha analitik ve derinliklidir.
Brockelmann'ın "katalog"unu, on yedi ciltte tamamlanmayan bir bilim, din, tasavvuf, edebiyat, coğrafya, seyahatnâme ve tarih ansiklopedisine dönüştüren GAS, sadece beş ciltlik (iki ana, üç ek) GAL'in hacmini artırmamıştır.
Sezgin olağanüstü bir çalışma neticesinde referans kitabı olmanın ötesine geçerek kaynakların değerlendirmesini yapan, onları yazıldıkları tarihî ve kültürel bağlamlara oturtan ve müelliflerin detaylı biyografilerini sunan ölümsüz bir temel eser hazırlamıştır.
Çalışma, Helenistik dönem eserlerinin erken dönem İslâm düşünürleri üzerindeki etkisi benzeri pek çok alanda yaygın kabûl gören tezlerin de sorgulanmasına yol açmıştır.
Sezgin bunun ötesinde, "bilim"in tarihî gelişimini Batı merkezli bakış açısı ve güçlü Oryantalist önyargılar ile değerlendiren ana akım yaklaşımları da orijinal kaynakları kullanarak sorgulamış ve "bilim tarihi" yazımı paradigmalarını değiştirmiştir.
Devlet aklı ve bilim
Sezgin temel yapıtını tamamlayamasa da bu başeserin büyük bölümünü ve pek çok özgün çalışmayı literatüre kazandırmıştır.
Bunların kendisini küresel ölçekte çağımızın en seçkin âlimleri arasına soktuğu şüphesizdir. Bu çapta bir bilim insanının Türkiye'de uzun süre hak ettiği ilgiyi görmemesinin yanı sıra "sakıncalı" sınıflamasına konularak işinden atılmış ve ülkesini terke mecbur edilmiş olması ise düşündürücüdür.
Sezgin, 1960 Darbesi sonrasında 147'likler adı verilen "sakıncalı öğretim üyeleri" listesine dâhil edilerek İstanbul Üniversitesi'nden ihraç edilmiş ve çalışmalarını Frankfurt'ta sürdürmek zorunda kalmıştır.
Almanya, değişik Arap ülkeleri ve İran'da ödüller, madalyalar ve fahrî doktora dereceleri alan Sezgin'in Türkiye'deki "sakıncalı" statüsü kalıcı olmamış, buna karşılık benzer bir ilgiyi kendi ülkesinde görmesi için ileri yaşlara kadar beklemesi gerekmiştir.
Bugünden bakıldığında, bir cunta üyesinin "demokrasiye giderken elbette Beyazıt'tan da geçecektik" ifadesiyle meşrulaştırmaya çalıştığı kıyım listesine "kardeş durumu" nedeniyle dâhil edilmesinin, Sezgin'in dünya çapında bir bilim adamı haline gelmesine ciddî katkı sağladığını vurgulamak mümkündür.
Bizzat Sezgin'in de dile getirdiği bu olgu, Türkiye'den değişik nedenlerle ayrılan akademisyenlerin literatüre en kapsamlı katkılarını neden yurt dışındaki kurumlarda çalışırken gerçekleştirdiklerinin sorgulanmasını da gerekli kılmaktadır.
Yaşamı uzun sürmese, Türkiye'de, sınırlı çevreler dışında "147'liklerden bir doçent" olarak hatırlanacak olan Sezgin ileri yaşlarda Türkiye'de de fazlasıyla hak ettiği ödüller almış, müzelerin kurulmasına öncülük etmiş ve bâzı eserlerinin Türkçe'ye çevrildiğini görmüştür. Buna karşılık, Almanca yayımlanan, Mısır ve Suudi Arabistan'da Arapça'ya çevrilen başeseri GAS'in Türkçe tercümesinin henüz tamamlanmamış olması Türkiye'nin yaşadığımız çağın sayılı âlimlerinden birisinin katkılarının kendi toplumuna sunulması alanında da yavaş davrandığını göstermektedir.
Sezgin'in temel eserleri ile kuruluşlarına öncülük ettiği enstitü ve müzeler uzun süre araştırmacılarla "bilim"in tarihî gelişimini öğrenmek isteyenlere ışık tutacaktır.
Bunun yanı sıra, onun yaşam hikâyesinden bilhassa beşerî ve sosyal bilimler alanlarında çalışan akademisyenleri, siyasal eğilim ve değerlendirmeleri üzerinden etiketleyen ve hoyrat biçimde cezalandıran "devlet aklı"nın da çıkarması gereken dersler bulunmaktadır.
Bu derslerin en önemlisi de böylesi karakuşî mücazâtın, son tahlilde, topluma verilen "ceza" olduğu, sonrasında yapılan rehabilitasyonun ise bunun doğurduğu tahribatı ortadan kaldırmadığıdır.