Emmanuel Macron'un bir "Fransız İslâm"ı yaratılması için girişimler başlatılacağını açıklaması sonrasında farklı siyasal eğilimlere sahip kişilerin imzasıyla kamuoyuna sunulan bildiriler önemli tartışmalara yol açtı.
Müslümanlar ve Kur'an
19 Mart günü Le Figaro'da yayımlanan bildiri "yükselen İslâmcılık"tan duyulan endişeyi vurguladıktan sonra, bu hareketin "Cumhuriyet karşıtı" bir "tersine ayrımcılık" yaratmak istediğini iddia ediyordu. İmzacılara göre "kendi kastının kurallarına göre yaşamak isteyen, diğerlerinin yasalarını hor gören," üstü örtülü bir "ayrımcılık," "İslâmcı" siyasal ve kültürel fetih hareketinin hizmetine sunulmaktaydı; bu ise "Cumhuriyet"in temel ilkeleriyle çatışıyordu.
Sınırlı ilgi uyandıran bu bildiri sonrasında Charlie Hebdo eski editörü Philippe Val tarafından kaleme alınarak, Nicolas Sarkozy'nin de dahil olduğu üç yüzü aşkın kişi tarafından imzalanan "Yeni Antisemitizme Karşı Manifesto" geçtiğimiz ay Le Parisien aracılığıyla kamuoyuna sunuldu.
Önsözü Élisabeth de Fontenay tarafından yazılan ve Philippe Val'in de aralarında bulunduğu on beş kişinin katkıda bulunduğu "Fransa'da Yeni Antisemitizm (2018)" kitabının temel tezlerini özetleyen ve yirmi birinci asır "J'accuse"si olarak sunulan "manifesto" ülkede yükselen "Yahudi karşıtlığı"nın temel nedeninin "İslâmcılık" olduğunu savunmaktadır.
Bildirinin en çarpıcı talebi ise Kur'an'da "Yahudi, Hıristiyan ve müşrikler"i eleştiren, sonuncu gruptakilerin "cezalandırılmasını emreden" âyetlerin dinî otoriteler tarafından hükümsüz kılınması çağrısıdır. Manifesto, bunun gerçekleştirilmesi durumunda kimsenin "birisini öldürürken kutsal bir metne dayanamayacağını" ileri sürmekte ve "Vatikan'ın yaptığına benzer düzeltmeler" talep etmektedir. İmzacılar, bu alanda öncülüğü "Fransız İslâmı"nın üstlenmesini beklediklerini de dile getirmektedirler.
Reform ve otorite
Bu çağrının, gerekliliği Ayaan Hirsi Ali'nin Heretic: Why Islam Needs a Reformation Today kitabında vurgulanan "reformasyon"a atıfta bulunduğu ortadadır. Ali, "Kur'an gibi İncil ve diğer kitaplarda da eşitsizlik ve müsamahasızlık" içeren bölümler olduğunu, ancak Hıristiyanlıkta bunların değiştirilmesi alanında kapsamlı bir değişim yaşandığını iddia etmektedir.
Ona göre Yahudilik ve Hıristiyanlık "küfr olarak görülen" davranış ve yaklaşımların "sürekli biçimde tekrarı" neticesinde modernlikle bağdaşabilen dinlere evrilmişlerdi. Dolayısıyla, Müslümanların da benzer bir süreçten geçmesi ve ulemânın "Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğunu reddetme" ile başlayarak, kapsamlı bir değişimin öncülüğünü yapması gerekmekteydi.
Le Parisien'de yayımlanan manifestonun da talep ettiği "reform," bu arzuyu dile getirenlerin "İslâm"ın ontolojisinden onun "otorite" anlayışına uzanan bir alan hakkındaki bilgilerinin fazlasıyla sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Vatikan'ın yirminci asrın ikinci yarısından itibaren değişik dua kitapları ve dinî metinlerde Yahudiler ile ilgili ifadeleri değiştirdiği doğrudur. Papa XXIII. John, Paskalya yortusu öncesindeki cuma günü yapılan dua metninden "perfidis Judaeis" ifadesini çıkarttırmış, daha sonra "Missale Romanum" bu değişikliği içeren biçimde yeniden kaleme alınmıştır. VI. Paul tarafından 1965'te ilân olunan "Nostra Aetate" bildirisi ise Hıristiyanlık ile diğer dinler arasındaki ilişkiyi yeni bir değerlendirmeye tabi tutarken (bildiri Müslümanlara da saygı duyulması ve onlarla geçmişte yaşanan çatışma ve düşmanlıkların unutulmasının gerekli olduğunu da vurgulamaktaydı) Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinde tüm Yahudilerin suçlu olduğunun varsayılmasının yanlışlığına işaret etmişti.
İslâm ulemâsının benzer kararlar alması yolundaki beklenti, dinler arasındaki "otorite" anlayışları arasındaki büyük farklılığın göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. İslâmî bakış açısından "Kur'an'ın tarihî bir metin olarak okunarak güncelleştirilmesi" mümkün olmadığı gibi bunu yapabilecek bir "otorite" de mevcut değildir. Örnekler aracılığıyla ele alırsak, yanlış anlaşmalara neden olmaması için Tevbe Suresi'nin 5. Âyetini Kur'an metninden çıkaracak ya da Mâide Suresi'nin 51. Âyeti'ndeki "veli edinmeyin" ifadesini "çok yakınlaşmadan dost olun" kalıbına dönüştürme emrini verecek ve bunları tüm Müslümanlara kabûl ettirecek bir makam yoktur.
Bu, "Kur'an tefsirleri" arasında farklılık olamayacağı anlamına gelmez. Ancak bildiride varsayılanın tersine, "Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikûn"e atıfta bulunan âyetleri tefsir edenlerin büyük bölümü onları bağlamları dışına çıkararak ve metnin genelinden soyutlayarak (örneğin Tevbe Suresi'nin ilk dört âyetini görmezden geldikten sonra beşincinin "Haram ayları çıkınca" ifadesi sonrasındaki bölümünü alıntılayarak) "Müslüman olmayanları öldürün" neticesine ulaşmış değildir. Böylesi radikal yorumlar genel kabûl görmüş ve hayata geçirilmiş olsaydı, diğer dinlerin salikleri İslâm devletlerinde yaşayamazdı.
Radikalizmin nedenleri
Bu, radikal unsurların söz konusu âyetleri bu yolda "tefsir edemeyecekleri" anlamına gelmez. Örneğin, DAİŞ liderleri tarafından kaleme alınan metinlerde bunun çarpıcı örnekleri görülmektedir. Ancak bunun bizatihi Kur'an'dan kaynaklanan ve Müslümanlara özgün bir sorun olduğunu düşünmek doğru değildir. Örneğin, Papaz Michael Bray de A Time to Kill: A Study Concerning the Use of Force and Abortion (1994) kitabında Hıristiyan inancının "kürtaj yapanların cezalandırılması"nı zorunlu kıldığı yorumunu yapmış, onun fikirlerini benimseyen "Army of God (Tanrı'nın Ordusu)" kürtaj klinikleri ile doktorlara yönelik saldırılar örgütlemişlerdir. Bir din adamı olan Ashin Wirathu, Budizmin "Müslümanların öldürülmesini meşru kıldığı" yorumuyla kitleleri harekete geçirebilmektedir.
İslâm dünyasının sorunu "dinî radikalizme yönelenlerin genel kitle içinde azınlıkta kalmakla birlikte, toplumsal barışı tehdit edebilecek desteğe ulaşabilmesi"dir. Bunun önemli bir sorun olduğu şüphesizdir. Buna karşılık özcü bir yaklaşımla radikalizmin Kur'an'dan kaynaklandığını varsayarak, onun değiştirilmesini talep etmek "yanlış teşhis" koymak ve "yanlış tedavi" önermektir.
Batı kamuoyunda "İslâm dünyası"nda etkili olan radikalizmin "İslâmî otorite"nin "ılımlı" yorumlara yöneltilmesi yoluyla çözümlenebileceği görüşü yaygın taraftar bulmaktadır. Var olmayan ve "olamayacak" bir otorite "yaratarak" onun eliyle değişim sağlamak çabasının bilgisizlik temelli bir hayâlciliği yansıttığı ortadadır.
Böylesi girişimlerin bir "reform çağı"nın kapılarını açmak yerine radikalizme malzeme sunduğunu görebilmek için ise "entelektüel" değil "okuryazar" olmak yeterlidir.