Dış siyaset ve strateji uzmanları uzun süredir I. Dünya Savaşı öncesi ortam ve Soğuk Savaş ile "güncel gelişmeler" arasındaki benzerliklerin altını çizmektedir. Edward Lucas'ın 2008'de yayımlanan kitabı sonrasında popüler hale gelen "Yeni Soğuk Savaş" kavramsallaştırması günümüzde "II. Soğuk Savaş" ifadesiyle literatüre girmiş durumdadır.
BBC, Rossiya 24 gibi televizyon kanallarında görüş açıklayan uzmanlar "Saraybosna Suikastı" benzeri bir kıvılcımın patlatabileceği "gerginlik"e dikkat çekerken, Foreign Affairs, Politico, Nation benzeri etkili yayın organlarında yayımlanan değerlendirmeler, II. Soğuk Savaş'ın çoktan başlamış, 1962 Küba Krizi benzeri bir aşamanın da geride bırakılmış olduğunu savunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres'in "Soğuk Savaş'ın geri geldiğini" dile getirmesi bu yaklaşımın ne denli revaç bulduğunu kanıtlamaktadır. İlginç olan Stephen Walt gibi realist okul temsilcilerinin bu benzerliklerin anlamlı olmadığı yolundaki eleştirilerinin göz ardı edilmesidir.
Temmuz Krizi kapıda mı?
Orduların bir önceki harbe dayalı strateji geliştirmesi, finansal krizlerde merkez bankalarının bir evvelki buhranda uygulanan önlemlere başvurması gibi uluslararası sistemde yaşanan tıkanmalar da genellikle geçmiş süreçlere yapılan atıflarla açıklanılmaya çalışılmaktadır. Ancak karmaşık süreçlerin kaba benzerlikler üzerinden açıklanması anlamlı tahliller sunmamaktadır.
Günümüzde uluslararası sistemde ciddî bir belirsizliğin yaşandığı, mevcut sorunların aşılması alanında zorluklarla karşılaşıldığı açıktır.
Buna karşılık, Temmuz Krizi benzeri bir gelişmenin ortaya çıkması son derece zor olduğu gibi yeni bir Soğuk Savaş sürecine girildiğinin varsayılması da anlamlı değildir. Bunun yanı sıra Soğuk Savaş ve I. Dünya Savaşı öncesi denge gibi oldukça farklı iki gerçekliğin günümüze aynı anda yeniden üretildiğini düşünmek de hatalı olur.
Viyana Kongresi (1814-15) sonrasında oluşan denge, I. Dünya Savaşı'na kadar Avrupa devletleri arasında Kırım Harbi (1853-56) dışında kapsamlı bir çatışmanın yaşanmasını önlemiştir. Aktörleri değişen esnek ittifaklar, dengenin tek bir üye tarafından bozulamaması ve önemli sorunların konferanslara havalesi, Napolyon savaşları sonrasında ömrü kısa olacağı düşünülen yeni sistemin bir asır boyunca sürdürülmesini sağlamıştır.
Bilhassa Üçlü İttifak'ın oluşumu sonrasında ittifakların esnekliğini kaybetmesi, uzun vâdeli amaçların muğlâklaşması, kamplar arasındaki sorunların konferanslarla sonlandırılmasının imkânsızlaşması ve "savaş"ın güç dengesini değiştirebilecek "yegâne araç" haline gelmesi sistemin çöküşüne neden olmuştur.
1908 Bosna-Hersek ve 1911 Agadir krizleri ile patlama noktasına gelen; ama "büyük savaş"a dönüşmesi önlenen gerginlik, tahmin edilen neticesini 1914'te vermiştir. Bu, zamanı tayin edilemeyen, ancak "beklenen," bir gelişme olmuştur.
Genel çatışmayı güç dengesini değiştirmek için "son çare" gören güçler büyük bir iştiyakla savaşa girmişlerdir. Burada önemli olan söz konusu devletlerin savaşı işlevselleştirmelerinin yanı sıra katı ittifak içindeki müttefiklerini de ona katılmaya ikna edebilmeleridir.
Günümüz uluslararası sistemi esnekleşen ittifaklar, farklı yapılarla değişik sorunlar etrafında kurulan/bozulan ortaklıklar nedeniyle 1914 koşulları ile zıt bir görünüm arzetmektedir. Temmuz Krizi'nin tersine kimse "genel savaş"ı dengeyi değiştirebilecek tek yol olarak görmediği gibi her hangi bir gücün "müttefikler"ini topyekûn bir savaşa ikna edebilmesi mümkün değildir.
II. Soğuk Savaş
Benzer şekilde Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'deki gelişmelerin, II. Soğuk Savaş sürecine girildiğini kanıtladığını savunmak da kaba benzerlikler üzerinden yapılan ancak açıklayıcı olmayan bir çerçeve çizmektedir.
Soğuk Savaş, sadece ABD ve Sovyetler Birliği'nin değil tüm kıtalarda onların safında yer alan ülkelerin de taraf olduğu küresel bir rekabeti şekillendirmiştir. Bu "iki kutuplu" çatışmada "bölgesel sorunlar" dahi büyük ayrışma etrafında, onun parçaları olarak yaşanmış, pek çok mesele de dehşet dengesi içinde dondurulmuştur.
ABD ile Rusya arasında günümüzde yaşanan rekabet böylesi bir kutuplaşmaya neden olmadığı gibi Suriye'nin de dahil olduğu sorunlar global ölçekli bir mücadelenin alt başlıkları değildir. Bu nedenle mevcut bölgesel çatışmaların küresel çatışmaya evrilme riski son derece zayıftır.
İki kutuplu olmayan günümüz dünyasında Soğuk Savaş benzeri bir rekabetin motor gücünü oluşturacak "ideolojiler" de bulunmamaktadır. Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş'ı ekonomik geriliğine karşılık hatırı sayılır bir süre devam ettirebilmesi, tüm dünyada onun liderliğindeki kutbu "ideolojik" nedenlerle destekleyen milyonların var olmasıydı.
Putin Rusya'sı siyasetleri ABD ile çatıştığı için küresel ölçekte "ideolojik" destek gören bir güç değildir. ABD'nin "ezilen toplumları özgürleştirme" tezinin günümüzdeki destekleyicileri de fazlasıyla sınırlıdır.
Kıvılcım mı bekleniyor?
Bu çerçeveden değerlendirildiğinde yeni bir Soğuk Savaş içinde olmadığımız ve Küba Krizi benzeri bir eşik ile karşılaşmadığımız ortadadır. Değişik güçlerin dahil olduğu Suriye iç savaşı, Ukrayna'daki sorunlar ve ABD seçimlerine müdahale benzeri gelişmeler "küresel" bir çatışmayı tetikleyemeyecektir.
Mevcut gerçeklik bunun yanı sıra "güç dengesi"ni değiştirmek için "savaş"ı bekleyen katı ittifakların 1914 Temmuz'undaki durumu ile de benzerlik göstermemektedir. Saraybosna suikasti küresel bir çatışmayı, o kıvılcımı bekleyen ve müttefiklerine yeni krizde işi sonuna kadar götürme sözü vermiş güçler sayesinde tetikleyebilmişti.
Günümüz uluslararası gelişmelerinin Temmuz Krizi öncesi durum ve Soğuk Savaş ile aynı kaba konmasının mümkün olamaması, sorunları kolaylıkla çözebilen bir sistemin var olduğu ve "barış"ın güvence altına alındığı anlamına gelmemektedir.
Mevcut dengede, yoğunluktaki düşüklüğe karşılık, Arne Westad'ın "uzun barış" olarak adlandırılmasının hatalı olduğunu vurguladığı "Soğuk Savaş"takinden daha sık çatışma yaşanmaktadır.
Bu dengede sorunlar dondurulmamakta, düşük yoğunluklu çatışmaların göze alınması nedeniyle sonlandırılamamakta, buna karşılık, küresel bir çatışmayı tetiklemeleri söz konusu olmamaktadır.
İçinde yaşanılan bu geçiş döneminin Çin'in önlenemez yükselişinin doğurabileceği kutuplaşma olur.