Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

“Sistem”in ötesi: Siyasetin başkanlaşması

Yoğun bir “siyasal sistem” tartışması yaşarken, bundan bağımsız olarak gerçekleşen “siyasetin başkanlaşması” olgusu üzerine de düşünmek anlamlıdır

Gündemimizin yeniden ve bu kez netice verecek izlenimi veren "sistem" tartışmasına odaklandığı bir dönemde "başkanlık" ve "parlamenter" uygulamaların fayda ve sakıncaları üzerine değişik görüşler dile getirilmektedir.
Siyasal sistem konusunda toplumun geleceği için hayatî önem taşıyan bir seçim yapılırken, konunun tüm ayrıntılar göz önüne alınarak değerlendirilmesi, kapsamlı faydamaliyet analizlerinin yapılması ve özgün koşullara uygunluğun irdelenmesinin gerekliliği ortadadır.
Ancak bu tartışmalar yapılırken küresel ölçekte yaşanan bir diğer önemli gelişme hak ettiği ilgiden mahrum kalmaktadır. Bu da demokratik toplumlarda "siyasetin başkanlaşması (presidentialization of politics)" olgusudur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyasında değişen koşulların doğurduğu ve Max Weber'in "plebisitçi liderlik demokrasisi (plebiszitaeren führerdemokratie)" olarak adlandırdığı yapılanma, İkinci Dünya Savaşı'nın neden olduğu uzun bir parantez sonrasında, post-modern toplumda yeniden şekillenmektedir.
Bunun neticesinde "sistemden bağımsız" olarak liderlerin sivrildiği, siyasetin "başkanlaştığı," sanayi toplumunun kitle siyasetinin (mass politics) yerini ise tekrar karizmaya dayalı yönetim biçiminin aldığı yeni bir "demokrasi" şekli ortaya çıkmaktadır.
Bu gerçekleşirken "demokrasi"nin normatif hususiyetleri korunmakta ancak ciddî biçimde törpülenmektedir. Örneğin, "seçim" muhafaza edilmekte ancak karizma müsabakasına dönüşmekte, barışçı yolla "iktidar değişimi" mümkün olmakta ama bu, güçlü liderin "büyük hatalar" yapması, başarısızlıklara imza atması durumunda gerçekleşebilmekte, siyasal sorumluluk işlemekte fakat onun geçerli olmadığı geniş bir özerklik alanı yaratılmaktadır.

Weber'in kehâneti
Weber, uzun süre, siyasetin popülizm temelli bir "pazarlık"a indirgenmesini engelleyecek en etkili yönetim biçiminin "güçlü kral" ve "güçlü parlamento"nun beraberliği olduğunu düşünmüştü.
Bu düzende güçlü kral, karizmanın sürekliliğini sağlamakla kalmayacak, onun varlığı, yetenekli siyasetçileri en üst basamağına çıkmaları mümkün olmayan "yürütme" yerine "yasama" faaliyetine yöneltecekti. Buna karşılık güçlü meclis de "halkı temsil etme"ye dayalı meşruiyeti sağlayacaktı.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içinde "güçlü kral"a sahip monarşilerin anakronik hale geldiğini gören Weber, siyasal sistemin "plebisitçi liderlik demokrasisi"ne evrileceği öngörüsünde bulunmuştu. Plebisitçi lider, karizma sınama ve tazeleme aracı haline dönüşecek seçimleri kazanma koşuluyla iktidarını sürdürecek, bu şekilde "halkoyu" ile "karizma"nın beraberliği de sağlanmış olacaktı.
Yeni demokrasilerde karizmatik liderliğin önemini vurgulayan Weber ile iş dünyasındakine benzer "yaratıcı liderlik"in siyaseti şekillendireceğini ileri süren Joseph Schumpeter'in öngörüleri büyük ölçüde doğru çıkmıştır. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın açtığı ve etkileri asrın son çeyreğine kadar hissedilen parantez, liberal demokrasilerde ideoloji ve sınıf temelli, oligarşik parti elitleri ağırlıklı siyasetin egemen olmasına yol açmıştır.

Başkanlaşan siyaset
En çarpıcı örneği Thomas Poguntke ve Paul Webb tarafından hazırlanan ve çok sayıda toplumdaki süreçleri ele alan The Presidentialization of Politics (Siyasetin Başkanlaşması, 2005) derlemesi olan siyaset bilimi araştırmaları, geçtiğimiz asrın son çeyreğinde başlayarak günümüzde ivme kazanan "siyasetin başkanlaşması" olgusunu kavramsallaştırmakta ve etkilerini ölçmeye çalışmaktadırlar.
Bu araştırmalar, "başkanlık" ve "yarı başkanlık" kadar "parlamenter" sistemlerde de gerçekleşerek "liderler"i yürütme gücünün çok daha büyük kısmını kullanır hale getiren, onları yasama meclisleri ile partilere karşı aşırı derecede bağımsız kılan, seçimleri "lidere onay veren karizma ölçümleri" biçimine sokan, sorumluluğu ise asgarîye indirgeyen bir dönüşümün yaşanmakta olduğunun altını çizmektedir.
Söz konusu siyaset bilimciler, zikredilen dönüşümün, küreselleşen dünyada siyasetin "uluslararası" boyut kazanması, "devlet"in büyümesi ve kapsama alanının genişlemesi, iletişim araçlarının liderlik vurgusunu ön plana çıkartması ve post-modern gerçeklikte kitle partilerinin geleneksel tabanlarının buharlaşması benzeri nedenlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Bu değişimler, "lider" temelli, yürütmenin başına, sıfatından bağımsız olarak kapsamlı özerklik tanıyan, parti içi tartışmanın bu kişilik tarafından yönetildiği, seçimlerin onun karizmasının onaylanmasına dönüştüğü bir siyaset anlayışının tüm dünyada yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Ancak sıraladığımız nedenler, bütünüyle "yeni" bir gelişme doğurmaktan ziyade Weber ve Schumpeter'in yaklaşık bir asır önce vurguladıkları bir olguya, küreselleşen post-modern dünyanın koşulları çerçevesinde ivme kazandırmıştır.
Diğer bir ifadeyle günümüz dünyasında siyasette, "sistemden bağımsız" olarak, post-modern "plebisitçi başkanlık demokrasisi" yaygınlık kazanmıştır.

Türkiye'deki yansıması
Türkiye'nin de "siyasetin başkanlaşması"ndan ciddî biçimde etkilendiği ortadadır. Toplumumuzun güncel tartışmasında "kişilik" temelinde açıklanmasına çalışılan bir dizi gelişmenin küresel bir olgunun yansımaları olduğunu görmek, onların daha iyi değerlendirilme ve tahlil edilmesini mümkün kılacaktır.
Siyaset bilimcilerin Avrupa'dan Avustralya'ya, Güney Amerika'dan Ortadoğu'daki sınırlı örneklere ulaşan bir coğrafî alanda yaşandığını dile getirdikleri bu olgunun, toplumumuzdaki yansıması, diğer örneklerden farklı neticeler yaratabilmektedir.
Bu farklılaşma ise demokrasimizin, ilerleyen yaşına karşılık, kurumsallaşma, teâmül yaratma, fren ve dengelerin işletilmesi ve siyasal alanın paylaşılması hususlarında arzu edilen gelişmeyi gösterememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu sorunlar, Türkiye'de "başkanlaşan siyaset"in, "demokrasi"nin normatif yönlerini törpülerken gelişmiş liberal demokrasilere nazaran daha ileriye gitmesine neden olmaktadır.
Benzer şekilde demokrasimizin, Arend Lijphart'ın sınıflamasını kullanacak olursak, "rızaya dayalı (consensual)" değil "çoğunlukçu" karakter taşıması, "seçim"in "karizma testi"ne dönüştürülmesinin beraberinde getirdiği mahzurları artırmaktadır.
Bunlara ek olarak kolektif hafızanın hatırlayabildiği dönemlerden beri yönetici kültü inşa etmiş bir toplumda "liderlik"in ön plana çıkması ve "lider"in özerk alanının fazlasıyla genişlemesi, "başkanlaşma"nın etkilerinin gelişmiş liberal demokrasilerden daha kapsamlı olması neticesini doğurmaktadır.
Türkiye'nin yoğun bir "sistem" tartışmasına yöneldiği bu günlerde, "sistem"den bağımsız olarak gerçekleşen bir dönüşüm ve onun siyaset üzerindeki kapsamlı etkileri üzerine de kafa yormasının anlamlı olacağı ortadadır.
"Başkanlaşan siyaset" olgusu ve toplumumuzdaki etkisi üzerine düşünmenin, sahip olduğumuz "çarpık yarı başkanlık" yerine hangi sisteme geçilmesinin daha az maliyet ve daha çok fayda içerdiği tartışmasına da katkıda bulunacağı şüphesizdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA