Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Trump “ikinci kim”?

ABD başkanlık seçimi, kamuoyu yoklamaları tahminlerinin aksine, genel oy oranında geride kalmasına karşılık Donald Trump'ın zaferiyle neticelendi. Trump her ne kadar seçimleri Cumhuriyetçi Parti adayı olarak kazanmışsa da başarıdaki aslan payının kendisine ait olduğu vurgulanmalıdır.

Gönülsüz destek
Cumhuriyetçi Parti egemen güçleri Trump'ın aday gösterilmemesi için her yola başvurmuş, diğer seçeneklerin başarısız olması üzerine onu "kerhen" kabullenmek zorunda kalmıştır. Seçim kampanyasında tüm kadrolarını Hillary Clinton'ın hizmetine sunarak cansiperâne çalışan Demokratik Parti'nin tersine Trump adayı olduğu teşkilâttan ciddî destek alamamıştır.
Cumhuriyetçi Parti yöneticileri, senatörleri, eski başkan adayları ve başkanları Trump'a açıktan cephe alarak ona "oy vermeyecekleri"ni ilân etmişler, Amerikan "sağ"ının entelektüel ağır topu National Review onun neden "muhafazakârlık"ın temsilcisi olamayacağını açıklayan özel sayılar yayınlamış, parti teşkilâtı seçim kampanyasında arka planda durmuştur.
Parti ile Trump arasındaki gergin ilişkide onun yaşamının önemli bir bölümünde Demokratik Parti'ye kayıtlı olması ve bu örgüte maddî destek vermesinin, diğer adaylar tarafından "gerçek Cumhuriyetçi" olmamakla itham edilmesinin de payı vardır.
Bir kurum olarak "yerleşik siyaset"in önemli bölümünü karşısına alan Trump bunun yanı sıra ana akım gazete ve dergiler ile televizyon kanalları tarafından da kıyasıya eleştirilmiş, büyük sermaye tarafından da desteklenmemiştir.
Konuşmalarında değişik gruplar için nefret söylemi sınırlarını zorlayan ifadeler kullanan, "soyunma odası şakası"na indirgemeye çalıştığı gizli kayıtlarda tekrarı güç sözler söylediği duyulan Trump'ın da kendi ayağına kurşun sıktığı şüphesizdir.
Trump'ın "kurulu düzen"in şiddetli muhalefeti ve kişisel söyleminden kaynaklanan sorunlarına karşın başkan seçilmesi onun yelkenlerini farklı rüzgârlarla şişirdiğini ortaya koymaktadır.

İkinci Goldwater ya da Willkie mi?
Trump'ın ikinci bir Barry Goldwater ya da Wendell Willkie olduğunu savunmak için çarpıcı benzerlikler bulmak zor değildir.
Cumhuriyetçi Parti'nin egemen "ılımlı Doğu kanadı"na bayrak açan radikal muhafazakâr Arizona senatörü Goldwater, 1964'te parti adaylığını kazanmış, ancak başkanlık seçimlerinde Demokratik parti namzeti Lyndon Johnson karşısında hezimete uğramıştı.
Günümüzde mutedil Cumhuriyetçiler Trump'ı eleştirirken, Goldwater'ın sertlik yanlısı tezlerini "korku, nefret ve terör" söylemi olarak tanımlayan Nelson Rockefeller'in suçlamalarını tekrarlamaktadırlar. Onlara göre Trump, Cumhuriyetçi ana akım siyaset ve "Amerikan muhafazakârlığı"nı temsil etmeyen, "nefret söylemi" kullanarak Lincoln'ın partisini ele geçirmeye kalkışan bir "radikal"dir.
Trump ile başkan adayı olabilmek için 1939'da Demokratik Parti'yi terkeden Wendell Willkie arasında da benzerlikler bulunabilir. 1940 seçimlerinde Roosevelt'in karşısına Cumhuriyetçi aday olarak çıkan Willkie seçimi kaybetmiş, ancak sonrasında başkan tarafından özel görevlere getirilmiştir.
Bu karşılaştırmalar ilginçtir. Ancak Trump'ın sıradan bir "aşırılık" sözcüsü ya da ikbâl hırsıyla parti değiştiren bir "firsatçı" olarak tanımlanması onun başarısının anlaşılmasını zorlaştırır. Sadece "aşırı" söylem kullanarak ya da parti değiştirerek başkanlık seçimi kazanılabileceğini düşünmek Amerikan toplumunun karmaşıklığını gözardı etmek anlamına gelir.

İkinci Perot mu?
Trump sadece "aşırı" olarak tanımlanabilecek bir söylemin sahibi değildir. Amerikan başkanlık seçimlerinde ilk kez bir aday ana akım siyaseti temsil eden partisinden gördüğü ciddî muhalefete karşılık, "onun içinde" kalarak toplumun geniş kesimlerinde "kurulu düzen (establishment)"a karşı duyulan güçlü hoşnutsuzluğun üzerine gitmiştir.
Trump, "Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında beş paralık fark olmadığı" teziyle 1968 başkanlık seçimlerinde Amerikan Bağımsız Partisi namzeti olan ırkçı Alabama Valisi George Wallace ya da Cumhuriyetçi parti adaylık yarışını terkederek 1980'de Reagan ve Carter'ın karşısına üçüncü seçenek olarak çıkan liberal John Anderson'ın tersine "kurulu düzen" içinden gelen, uzun yıllar onun çizdiği sınırlar içinde "siyaset" yaptıktan sonra "sistem"e karşı çıkan bir kişilik değildir.
Bu açıdan bakıldığında Trump, "yerleşik siyaset" dışından gelerek "kurulu düzen"e savaş açan ve 1992 seçimlerinde başkanlığa aday olan Ross Perot'ya benzetilebilir. Ancak Trump, "müesses nizâm"a karşı mücadelesini Perot'nunki gibi "üçüncü seçenek" olarak yapmayı tercih etmemiş, bunu ana akım siyasetin iki kutbundan birisinin yaklaşımı haline getirmiştir.

Kazanan koalisyon
Dolayısıyla Trump, Amerikan siyasetindeki herhangi bir kişiliğin "ikinci"si değildir. Onun yaklaşımlarında, Goldwater'ın "aşırı" söylemi, Willkie'nin parti aidiyetini küçümseyen pragmatizmi ve Perot'nun "kurulu düzen" karşıtlığından esintiler bulabilmek mümkündür. Ancak Trump'ın başarısı tek başına başkanlık seçimi kazanamayacak bu yaklaşımları bağdaştırabilmesi ve bunu gördüğü şiddetli muhalefete karşılık Cumhuriyetçi Parti bayrağı altında gerçekleştirebilmesinde yatmaktadır.
O, bir yandan "protestocular koalisyonu"na dönüşen Cumhuriyetçi Parti tabanının önemli bir bölümünün beklentilerini cevaplamış, öte yandan ise "kurulu düzen"den parti farkı gözetmeksizin nefret eden geniş kitlelerin tatminsizliğini "siyaset"e dönüştürmüştür.
Bunun neticesinde Trump, Cumhuriyetçi tabanın bir bölümünün istediği "sert" mesajları vermekle yetinmeyerek kurulu düzeni "bataklık," onun siyasetçilerini "çürümüş mahlûkât" metaforlarıyla tanımlayan geniş kitlelerin desteğini kazanmaya da muvaffak olmuştur.
Trump'ın düzenlediği seçim toplantılarının en popüler sloganı olan "Bataklığı Kurut," Cumhuriyetçi ya da "muhafazakâr" söylemi dile getirmekten ziyade geniş kitlelerin parti farkı gözetmeden "yerleşik siyaset"e bakışını yansıtmaktadır.
Vatandaşlar için çalışmak yerine, onların zararına büyük şirketlerle iş tuttuğu, sağlık, yüksek eğitim benzeri hizmetleri lüks tüketim malları haline dönüştürdüğü suçlamasına muhatap olan "siyasetçi sınıfı"na tepki duyanlar ile Cumhuriyetçi parti tabanının bir kanadının ittifakını oluşturan Trump, böylece kendi başına iktidara gelemeyecek, "muhafazakâr" ve "değişimci" iki zıt yaklaşımın koalisyonunu zafere ulaştırmıştır.
Bu başarıda, toplumsal güvenilirlik anketlerinin dibine demir atan, "kurulu düzen"in "ideal tip"i bir siyasetçiyi aday göstererek, yaygın biçimde hissedilen hoşnutsuzluğu "seçim malzemesi" olarak kullanması için Trump'a altın tabakta sunan Demokratik Parti egemenlerinin de önemli hissesi olduğu şüphesizdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA