"Zengin" darbe girişimleri tarihimize eklenen kanlı halkanın örgütleyicilerinin başarısızlığa uğraması Türkiye'nin çok daha kapsamlı acılar yaşamasının önüne geçmiştir. TBMM'yi bombalayan, sivil vatandaşlara yaylım ateşi açtıran gözü dönmüş cuntacılığın iktidara el koyabildiği bir Türkiye'de neler olabileceğini tasavvur edebilmek için derinlikli bir muhayyileye ihtiyaç bulunmamaktadır. Gençliğe Hitabe'den ortaokul ödevi düzeyinde seçilen kelimeler kullanılarak, "bekasını devam ettirmek" ifadesinin yansıttığı Türkçe bilgisi ile kaleme alınan "Yurtta Sulh Konseyi" bildirisi, cuntacı eylemin anlamlı bir düşünsel zemininin de olmadığını ortaya koymaktadır. Kapalı devre çalışan bir yapı mensuplarının başını çektiği "cuntacılık"ın silahlı kuvvetlerde güçlü kadrolaşma gerçekleştirebilmesi ise esef verici olduğu kadar düşündürücüdür.
Cuntacılık tecrübemiz
Son darbe girişimi değerlendirilirken genellikle "emir-komuta zinciri" çerçevesinde yorumlar yapılmaktadır.
Buna karşılık, söz konusu kalkışmayı, zengin darbe girişimleri tarihimiz içinde ve karşılaştırmalar yardımıyla ele alırken, ortaya konulan "hedef" ve karşılaşılan "toplumsal tepki"ye bakmak daha anlamlı sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir.
Ulemâ ile kurduğu ittifak sayesinde 1826 öncesi siyasal dengesinde önemli bir aktör olan Yeniçerilerin ortadan kaldırılışı sonrasında oluşturulan yeni ordunun sivil otoritenin hizmetinde olması beklentisi hayata geçirilememiştir. 1859 Kuleli Vak'asında dinî bir lidere bağlılık yemini eden darbeciler grubuna bürokratlar kadar stratejik konumlardaki subaylar da katılmış, Sultan Abdülaziz'in hal'inde ise asker başrolü oynamıştır.
Devr-i Hamidî'nin 1908 öncesi yılları bir anlamda başarısız darbeler dönemi olmuştur. 1895'te bürokratlar ve pâyitahtta görevli kumandanlar tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan darbe, 1897'de Suriye'de örgütlenerek bir bölgenin ele geçirilmesini amaçlayan girişim, 1902-3 senelerinde İngiltere'nin desteği ile Trablusgarp Vali ve Kumandanı Müşir Receb Paşa tarafından İstanbul'a sevk olunacak Arap askeri tarafından icra olunması planlanan ayaklanmanın en çarpıcı örnekleri olduğu çok sayıda girişim neticesiz kalmıştır.
1908 yılı Temmuz ayında Terakki ve İttihad Cemiyeti'nin, millî tabur ve alay adı verilen askerî birimler ve fedaî teşkilâtlanması aracılığıyla Rumeli vilâyetlerinde başlattığı ayaklanma ise daha sonra "İnkılâb-ı Kebîr" olarak adlandırılan bir eyleme dönüşmüştür.
1908 İhtilâli gibi yeni rejimde yaşanan 31 Mart Olayı (1909), Halâskâr Zabitan girişimi (1912), Bâb-ı Âlî Baskını (1913) benzeri gelişmeler de ordunun bir bölümünün, emir-komuta zinciri dışında gerçekleştirdiği darbe girişimleriydi. Bu eylemler, isyancı subaylar dışında bürokrat ve siyasetçi kadroların da katıldığı örgütsel yapılara dayanıyorlardı. Söz konusu girişimler, 1913'te yeni bir kalkışmanın işaret fişeği olarak katledilen Mahmud Şevket Paşa'nın önderlik ettiği "ordunun siyasete, hiyerarşisini bozmadan ve kurumsal düzeyde müdahale etmesi" yaklaşımının da sonu anlamına geliyordu.
Darbeciliğin bir Osmanlı "gelenek"i olduğu, Cumhuriyet ile tarihe karıştığı yolunda oluşan kanaatin ne denli hatalı olduğu, ordu içinde 1957 sonrasında yaygınlaşan cuntacılık faaliyeti ile ispatlanmıştır. Çok partili rejime geçiş sonrasında, evvelce içinden çıkmış liderlere itaat eden orduda cuntacılık yönelimi hız kazanmış ve 1960 darbesi hazırlanmıştır.
Bu darbenin, komuta kademesine rağmen başarıya ulaşması ve siyasetin alanının daraltılması cuntacılığın altın çağını yaşamasına yol açmıştır. Talât Aydemir'in temsil ettiği, fikrî zeminden yoksun cuntacılık 1962 ve 1963 yıllarında eyleme geçmiş, 1971'deki darbe girişimi ise ancak komuta kademesinin karşı muhtırasıyla durdurulabilmiştir.
1980 emir-komuta darbesi, 28 Şubat, 2007 e-muhtıra girişimi ve son kalkışma cuntacılık virüsünün silahlı kuvvetler bünyesindeki yaygınlığının sürdüğünü ortaya koymaktadır.
Düşünsel zemin ve toplum
Cuntacılık, son tahlilde, "eylemcilik"in yanı sıra "topluma, onun olağan yollarla çözmesinin mümkün olmadığına inanılan konuları hızla hallederek hizmet sunma" düşünsel arka planına dayanmaktadır. Bu nedenle darbeciler, sadece "aktivizm"i değil "toplumun fedâîleri" olma tasavvurunu de içselleştirmektedir.
"Zengin" darbecilik tarihimiz ve cuntacılık virüsünün silahlı kuvvetlerdeki tahribatının önlenememesi söz konusu zeminin uzun süre toplumda belirli bir karşılık bulmasından kaynaklanmıştır. Kuleli Vak'ası, 1856 Islahat Fermanı ile gayrımüslimlere bahşedilen "eşitlik"e duyulan tepkileri dile getiren bir örgütlenmenin ürünüydü ki bu yaklaşım Müslüman kitlede yaygın destek görüyordu. II. Abdülhamid dönemi girişimleri "meclisi yeniden açma" teziyle gerçekleştirilmişlerdi. Bu da toplumun genelinde olmasa bile entelektüel mehâfilde taraftar buluyordu. Halâskâr Zabitan eylemi, Bâb-ı Âlî baskını benzeri girişimler de toplumun bir bölümü tarafından "uçurumun kenarından kurtarılış" olarak görülmüşlerdi. 1960 darbesini tankların üzerinde kutlayan kalabalıklar olduğu unutulmamalıdır. Benzer yorumu 1980 darbesi ile sonrasındaki girişimler için de yapmak mümkündür.
Söz konusu "destek" şüphesiz darbelere meşruiyet sağlamaz ve onların topluma "hizmet" sunduğu anlamına gelmez. Buna karşılık, bu olgu, "cuntacılık"ın nasıl kendisini yeniden üretebildiğinin anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Düşünsel boşluk, "demokrasi" karşıtlığı ve toplumsal zemin umursamazlığı açılarından Aydemir'in teşebbüsleri ile kıyaslanabilecek son kanlı girişim, "cuntacılığın" eyleme geçmesinin her zaman mümkün olabileceğini buna karşılık artık başarı şansının bulunmadığını ortaya koymuştur.
"Gaflet, dalâlet, hıyanet," "yolsuzluk ve hırsızlıkları önleme" sığlığındaki bir söylemle yönetime el koymaya çalışan, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed'in fedâîlerininkini andıran bir sözleşme ile kapalı bir yapıya bağlananların başını çektiği yeni cuntacılık, toplumun hiçbir kesiminden destek görmediği gibi ilk kez, tankların önünü kesen kitleleri de karşısında bulmuştur. Burada önemli olan cuntacılığın "hamasî" söylemle "hizmet sunmaya," "kurtarmaya" soyunduğu kitlenin hiçbir kesiminden destek görmemesidir.
Toplumun, "sorunları kısa yoldan çözme" vaadinde bulunan darbeciliğe destek vermemesinin ötesinde ona bedel ödemeyi göze alarak karşı çıkması, cuntacılık virüsünün bünyemizden bir daha geri dönmemek üzere atılabilmesi yolunda son derece önemli bir kazanımdır.
Uğruna acı bir fatura ödenen bu fırsatın kısa vâdeli siyasal hesaplar uğruna heba edilmemesi zorunludur...