Dış siyaset yapımı, dayandığı ilke ve doktrinlerden bağımsız olarak "çok yönlü" bir faaliyettir. Dolayısıyla tek yanlı olarak benimsenen "ilke"ler dış siyaset yapımında diğer aktörler izin verdiği sürece hayata geçirilebilir. Bu ise "ideal"lerin bütünüyle içerikten yoksun olduğu anlamına gelmez.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin değişik dönemlerde benimsediği "yurtta sulh, cihanda sulh," "komşularla sıfır sorun" ya da "dostları artırmak, düşmanları azaltmak" benzeri ilkeler birer "niyet beyanı" ve "ideal dünya tasavvuru" olmak ötesinde ağırlık taşımazlar.
Örneğin, Hatay'ın Türkiye'ye katılması sürecinde "cihanda sulh" istemine karşılık gerekirse çatışmayı göze alan bir siyaset izlenmiş, aynı ilkenin dış politika yapımının temeli olduğunun savunulduğu bir dönemde Kıbrıs sorununun bölgesel savaşa dönüşmesi önlenememiş, mezhep diktatörlüğünün yüz binlerce Suriyeli sığınmacıyı sınırlarımıza yığması, Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünde Ermenistan işgalinin sürmesi "komşularla sıfır sorun" tasavvurunun gerçekleşmesini imkânsız kılmıştır.
Dolayısıyla "dostları artırmak, düşmanları azaltmak" yaklaşımı da anlamlı bir "ideal"i dile getirmekle birlikte "tek yönlü" biçimde hayata geçirilmesi mümkün olmayan bir ilkedir.
Bu nedenle, Türkiye'nin, coğrafyasında sınırların yeniden belirlendiği bir süreçte bu "ideal"i hedeflemenin yanı sıra farklı seçenekleri değerlendirebilen esnek siyasetler üretmesi de zorunludur. Bu yapılırken, doktrinler ilân ederek manevra alanımızı sınırlamaktan kaçınmamız gerekmektedir.
Seçenekler ve manevra alanı
Bir bölgesel güç olan Türkiye, tarihsel süreçlerde çok büyük sorunlarla karşılaşmasına neden olmuş bir gelişme ile yeniden mücadele etmek durumundadır. Küresel liberal liderlik ile rakip kutbun coğrafyanın geleceği için Osmanlı aleyhine projeler üzerinde uzlaşmaları ve İstanbul'un böylesi bir blokla karşılaşması on dokuz ve yirminci yüzyıllarda felâket senaryolarına yol açmıştır.
Son iki örneği 1875-76 Büyük Doğu Krizi'nde Tersane Konferansı ile başlayan Salisbury-Ignatiev ortaklığı ve 1907 İngiliz-Rus Antant'ı sonrasında yaşanan süreç olan böylesi uzlaşmalar, 93 Harbi ve I. Dünya Savaşı aracılığıyla Osmanlı Devleti'nin sonunu hazırlamıştır. Dolayısıyla, Suriye'nin geleceği ve Ortadoğu'nun yeni şekli üzerine, Türkiye'nin arzu ettiğiyle çelişen, ona doğrudan tehdit oluşturacak bir ABD-Rus Ortadoğu projesi, dış siyaset yapımımızın her ne pahasına olursa olsun önlemesi gereken bir gelişmedir.
Bu sonuca ulaşılması, ABD ile Türkiye'nin Ortadoğu tasavvurları arasındaki makasın müttefiklik ilişkisini tehdit eden biçimde açılması ve Rusya ile yaşanan krizin yoğunluğunun düşürülememesi nedeniyle fazlasıyla zorlaşmış durumdadır.
Benzer şekilde, Ortadoğu'nun geleceği üzerine verilen mücadele ve gelişmeler Türkiye'nin güney ve güneydoğusundaki üç komşusunun yanı sıra diğer iki bölgesel güç olan Mısır ve İsrail ile ciddî sorunlar yaşamasına neden olmuştur. Kısa vâdede İsrail dışındaki ülkelerle ilişkilerin iyileşebilmesi, anlaşmazlık alanlarının daraltılması oldukça güç gözükmektedir.
Bu tablo, Türkiye'nin yeni siyasetler üretmesinin gerekli olduğu dış siyaset alanında seçeneklerinin oldukça sınırlı, manevra alanının ise fazlasıyla dar olduğunu ortaya koymaktadır.
Ahlâkî dış siyaset ile realpolitik arasındaki hassas dengeyi korumaya ve kendi tasavvuru olmasa bile onunla en az çatışan projenin hayata geçirilmesine çalışacak, küresel güçlerle pazarlık edecek olan Türkiye'nin hedeflerine ulaşmasındaki zorluk ortadadır.
Bu nedenle dış siyasete yönelik eleştiriler dile getirilirken seçeneklerin sınırlılığı ve zikredilen dengenin hassasiyeti göz ardı edilmemelidir.
"Dostları çoğaltmak" ideali kadar "düşmanları azaltmak" hedefi de tek taraflı biçimde gerçekleştirilemeyeceği gibi Türkiye'nin her türlü ahlâkî değeri dışlayan bir dış siyaset yapımına savrulması da mümkün değildir.
Doktrin-açık uçlu siyaset
Seçeneklerin azlığı, Ortadoğu'nun şekillendirilmesi sürecine müdahil aktörlerin benimsediği pozisyonların katılığı ve ahlâkî olma baskısının dış siyaset alanında Türkiye'nin manevra alanını ciddî biçimde sınırladığı ortadadır. Ancak, bu kısıtlamalara karşılık tasavvurumuz ile "en az çatışan," ahlâkî tercihlerimizi bütünüyle bir kenara bırakmamıza neden olmayacak her türlü alternatifin değerlendirileceği, esnek karakterli dış siyaset üretiminin gerekli olduğu ortadadır.
Bunun yapılabilmesi için "dünya tasavvuru"muzun gerçekte bir "ideal"e atıfta bulunduğunun vurgulanması gereklidir. Bu yapılırken de doktrinler oluşturmaktan sakınmak anlamlı olacaktır. Türkiye uzun yıllar değişik "dış siyaset idealleri" dile getirmiş olmakla birlikte casus belli tehdidi içeren doktrinler ilân etmekte haklı bir çekince göstermiştir.
Ege karasuları hakkındaki yaklaşım dışında böylesi doktrinlerden uzak durulması dış siyaset yapıcılarının elini güçlendirdiği kadar, Türkiye'nin farklı seçeneklere yönelebilmesini de mümkün kılmıştır. Ancak daha sonra sıklıkla açıklanan "kırmızı çizgiler"in arkasında durulamaması, Türkiye'yi "doktrin" ilân eden ancak zor karşısında bundan vazgeçen bir bölgesel güç durumuna düşürmüştür.
Yeni Ortadoğu'nun oluşumu sürecine müdahil aktörlerin fazlalığı, küresel güçlerin dayatmaları ve konjonktürün hızlı değişimi, doktrin temelli değil açık uçlu, esnek dış siyaset yapımını gerekli kılmaktadır. Bunun yapılması Türkiye'nin yeni "kırmızı çizgiler" ilân edemeyeceği anlamına gelmez. Ancak bu tür doktrinler açıklanmadan önce her türlü ihtimal değerlendirilmeli ve bunların bir kez dile getirildikten sonra sonuna kadar "arkasında" durulmalıdır.
Dolayısıyla Türkiye'nin "dostları artırma ve düşmanları azaltma" ilkesini savunma kadar farklı seçenekleri değerlendiren, esnek dış siyaset üretimine de hız vermesi gerekmektedir. Bu seçenekler şüphesiz fazla değildir. "Ortadoğu'ya bulaşmayalım" benzeri gerçeklik dışı, "Beşşar el-Esed rejimi ile işbirliği yapalım" türünden ahlâkî değerleri bütünüyle göz ardı edecek seçenekler bir kenara bırakıldığında elde fazla alternatifin kalmayacağı ortadadır.
Buna karşılık, hızla değişen koşullar ve aktörler beraberinde yeni seçenekleri getirecektir. Dış siyaset yapımı, değişmeyen pozisyonların sürdürülmesi değildir. Farklı seçenekleri maksimum yarar sağlayacak ya da minimum zarara katlanılacak biçimde değerlendirebilme alanında ise doktrinlere saplanmaktan kaçınmak ve hiçbir koşulda kabul edilmeyecek "kırmızı çizgiler" varsa bunlardan geri adım atmamak gereklidir.