Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

"Ya özyönetim ya çatışma" siyaseti anlamlı mı?

Egemen Kürt siyasetinin kısa süre içinde "Türkiyelilik çerçevesinde çözüm" yaklaşımından tek yanlı "özyönetim" ilânları ve sokak savaşları çizgisine kayması toplumun en önemli sorununun yeni bir aşamaya taşındığını ortaya koymaktadır.
Bu gelişme, zor da olsa, "Türkiyelilik" ortak paydasında uzlaştırılabilecek iki farklı tasavvur arasındaki farklılık makasının kapanması imkânsız biçimde açılması anlamına geldiğinden, uzun yıllardır süren düşük yoğunluklu çatışmanın daha ciddî boyutlara taşınması potansiyelini de haizdir.

Tasavvurlar arası makas

Burada egemen Kürt siyasetinin "özyönetim" talebinin geliştirilmiş "adem-i merkeziyet (decentralization)"i değil yetki devri (devolution) ile kendini yönetme (home rule) karması (hattâ bunların da ötesine geçen) bir idareyi dile getirdiğinin altı çizilmektedir.
Bu talep düşünsel düzeyde Stalin'in, Springer ile Bauer'in başını çektikleri "kültürel otonomi" savunucularına karşı 1913 yılında ileri sürdüğü "toprak temelli" yaklaşımı benimseyen ve onun aynı konuda Pravda'da 1921'de dile getirdiği "eşit olmayan uluslar ile sömürgelerin merkezden idare ortadan kaldırılmadan özgürleştirilemeyeceği" tezinden esinlenen bir yaklaşımı yansıtmaktadır.
Bu tasavvur pratik düzeyde ise 1997'de İşçi Partisi'nin başlattığı Westminster'in yetkilerinin bir bölümünün coğrafî temelde kurulacak temsilî kurumlara (İskoç Parlamentosu, Galler Ulusal Meclisi ve Kuzey İrlanda Meclisi) devri süreci ile ortaya çıkan ya da 1978 İspanya Anayasası'nın 2. maddesi çerçevesinde oluşturulan muhtar yapıların da ilerisine giden bir düzenlemeyi talep etmektedir.
Egemen Kürt siyaseti TBMM'nin belirli bir coğrafyaya Westminster'in İskoçya'da gerçekleştirdiğinden çok daha sınırlı müdahalesini arzulamakta, İspanya Anayasası'nın anılan maddesindeki "İspanyol milletinin bölünmez bütünlüğü" ve "tüm İspanyolların bölünmez anavatanı" benzeri hükümlerin varolmadığı, "farklılık" ve "statü" temelli yeni bir toplum sözleşmesini talep etmektedir.
Bunların yanı sıra bu tasavvur Britanya ya da İspanya benzeri örneklerden farklı olarak "Türkiye ile sınırlı olmayan" bir yapılanmayı düşlemekte ve milliyetçilik ötesinde bir "pan" hareketinin siyasal projesi olma özelliği taşımaktadır.
"Toprak ve statü temelli" olması, toplumun geri kalanı kısmıyla pamuk ipliğine bağlı bir ilişkiyi savunmasına ek olarak Türkiye ile de sınırlı kalmayan bu tasavvurun kültürel haklar alanında belirli bir noktanın ötesine geçmekte zorlanan, ademi merkeziyeti güçlendirmekte ciddî tereddütler yaşayan merkez tarafından kabûlünün ne denli güç olduğu ortadadır.
Tarihî gelişmelerin de merkezin bu alandaki kuşkularını beslediği kuşkusuzdur. On dokuzuncu asır sonrasında oluşturulan Sisam, Sırbistan, Cebel-i Lübnan, Şarkî Rumeli, Girit benzeri toprak temelli tüm muhtariyetlerin "ayrılık öncesi ara statüsü" işlevi görmesi, İstanbul'un "hakimiyet-i siyasîye"ye indirgenen kontrolünün daha sonra pamuk ipliği gibi kopartılması merkezi bu konuda ihtiyatlı bir tavır benimsetmeye yöneltmektedir.
Bunların da ötesinde Kürt egemen siyasetinin söz konusu tasavvurunu fait accompli biçiminde, tek yanlı olarak ve şiddet kullanımı tehdidiyle merkeze dayatması onun tartışma masasına dahi konulmasını imkânsız kılmakta, uslûp ve yöntem içeriğin önüne geçmektedir.

Mağduriyet ve meşruiyet
Çözüm
sürecini savunan bir merkez ile "Türkiyelilik" üzerinden toplumun geri kalan kısmıyla yeni köprüler inşa etme arzusunu vurgulayan bir hareketin, şiddeti askıya alarak yeniden bir "biz" kavramsallaşması yaratmaya ve bunun yasal zeminini oluşturmaya çalışmaları sonrasında gelinen nokta fazlasıyla üzücüdür.
Kürt vatandaşlarımızın Erken Cumhuriyet döneminde başlatılan siyasetler ile ağır mağduriyetlere uğratıldığı, kimlik, kültür ve dillerinin inkâr edildiği, kamusal alana "kendileri olarak" dahil olmalarına izin verilmediği doğrudur. Bu siyasetlerin şiddet kullanımı ile hayata geçirilmesi söz konusu mağduriyeti daha da artırmıştır.
Bu alanda yaratılan tabuların Kürt vatandaşlarımızın toplumun geri kalan kısmının istifadesine sunulan demokratik kazanımlardan yararlanabilmelerini de sınırlandırdığı gerçeğini inkâr mümkün değildir. Söz konusu tabuların gücü, merkezin radikal dönüşümler yapmasına da engel olmuş, yeni düzenlemeler, sürekli olarak taleplerin gerisinde kalmaları nedeniyle anlamlı neticeler üretmemişlerdir.
Ancak bunlar egemen Kürt siyasetinin günümüzde savrulduğu "tasavvurumuzu kabûl etmezseniz savaşırız" dayatması, Kruşevo Cumhuriyeti'ni andıran tek yanlı özyönetim ilânları ve sokak muharebelerini meşrulaştırmaz. Bunların Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi sürecinden istifade ile talep edilerek, "Türkiyelilik" bağlamından kopuk bir "pan" hareketiyle eklemleştirilmesi çözümü daha da zorlaştırır ve çatışmanın tırmanmasına davetiye çıkarır.

Rubicon geçildi mi?

Demokrasimizin kapsamlı sorunları olduğu ve "demokrasi süper ligi"nde mücadele etmediği âşikârdır. Buna karşılık Kürt vatandaşlar adına dile getirilecek değişik taleplerin kamusal alanda tartışılması için demokratik kanallar bütünüyle kapalı değildir. Egemen Kürt siyaseti mecliste üçüncü partidir ve yerel yönetimlerde hatırı sayılır temsile sahiptir. Bu çerçevede özyönetim de dahil olmak üzere her türlü talebin dile getirilmesi ve kamusal alanda tartışılması mümkün ve meşrudur. Kürt siyasetinin değişik taleplerine kamuoyunun geri kalan bölümünden verilen ciddî bir destek de söz konusudur.
Bu nedenle egemen Kürt siyasetinin tek yanlı biçimde maksimalist dayatmalar üretme ve şiddeti temel talep dile getirme aracı olarak işlevselleştirmeye son vermesi zorunludur. Bunların yapılması şüphesiz sorunu çözmeyecektir. İki aktörlü bir ilişkide mevcut sorunların halli için karşılıklı adımların atılması mecburîdir. Bu çerçevede merkez de çözüm sürecini yeniden canlandırmak için girişimler yapmalıdır. Fakat ilk adımı atması gereken egemen Kürt siyasetidir.
İçinde bulunduğumuz durum maalesef bu adımların atılması konusunda ümitvâr olmamızı mümkün kılmamaktadır. Ancak çok daha kötü gelişmelerin yaşanmaması için artık yapılacak birşey kalmadığını, Rubicon'un çoktan geçildiğini söylemek de anlamlı değildir. Buna karşılık iki tasavvur arasında fazlasıyla açılan makasın kapatılması da genellikle varsayılandan zordur.
Sorun, son tahlilde, "Türkiyelilik" kavramında düğümlenmektedir. Kürt siyaseti yeniden bu yaklaşımı benimsemedikçe söz konusu makasın kapanması mümkün olmayacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA