Geçen hafta toplumumuzda kendisini anti-emperyalizm üzerinden "sol"da konuşlandıran milliyetçi-
Kemalist ideolojinin yerine "başka bir sol" üretilmesinin ne denli mümkün olabileceği üzerinde durmaya çalıştık.
Entelektüel gündemimiz, bunun yanı sıra İslâmî hareketler ile "sol" arasındaki ilişki, daha doğrusu, "uzaklık" üzerinde de yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede Türkiye'de "sol"un benimsediği güçlü din karşıtı tutumun onu "yabancı" bir ideoloji haline getirdiği, bunun ise İslâmî hareketlerin kendilerini siyasal yelpazenin "sağ"ında konuşlandırmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.
Osmanlı son dönemi
Nedenlerinden bağımsız olarak Erken Cumhuriyet ile birlikte "sol" ile "İslâm" arasında hızla karşıtlığa dönüşen bir ilişki şekillendiği, aradaki mesafenin süreç içerisinde daha da açıldığı tespitini yapmak mümkündür. Halbuki İmparatorluğun Hıristiyan unsurlarının milliyetçi-sosyalist hareketlerinin güçlü din karşıtı söylemlerine karşılık, daha geç başlayan Osmanlı Müslüman "sol" yapılanma bundan kaçınmakla kalmamış, ciddî bir bağdaştırma çabasını da ortaya koymuştur.
Örgütlenmiş din kurumlarıyla çatışan Ermeni, Bulgar, Makedon milliyetçi-sosyalist yapılanmalarından farklı olarak 1908 sonrasında ivme kazanan Müslüman sosyalist hareketi İslâmiyet ile saygı temelli bir ilişki kurmakla kalmayarak ulemâdan destek de almıştır. Örneğin, Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi "âyât-ı kerîme ve ehâdis-i şerîfe"nin sosyalist ilkeleri dile getirdiğini ileri sürerken, Abülaziz Mecdi (Tolun) Efendi gibi İttihad ve Terakki içindeki Hizb-i Cedîd yapılanmasının liderlerinden olan bir âlim İştirak mecmuasındaki yazılarında inanmış Müslüman olmanın "sosyalist"liği zorunlu kıldığını savunmuştur.
Böylesi bir yakınlaşma ve bağdaştırma çabalarına her iki taraftan da itiraz edenler olmuşsa da İslâmî hareket ile "sol" arasında zikrettiğimiz Osmanlı unsurlarının toplumlarında yaşananlara benzer bir çatışma şekillenmemiştir. Burada ilginç olan, Müslüman sosyalist hareketinin Avrupa'daki gelişmeyi geriden izlemesi ve zamanın ruhunu yansıtmamasıdır.
Fransa başta olmak üzere eski kıtada "Hıristiyan sosyalist" örgütlenmeler on sekizinci asrın ilerleyen yıllarına kadar "genel sol" içinde önemli bir yere sahip olurken "sol" daha sonra Alman vülgermateryalizmini ideolojisinin temel dayanaklarından birisi haline getirmişti.
Örneğin, Arnold Ruge, Deutsch-
Französische Jahrbücher'i Karl Marx ile beraber hazırlarken, buna katkıda bulunacak Fransız sosyalistleri bulmakta fazlasıyla zorlanmıştı.
Bunun nedeni Fransız sosyalistlerinin çoğunun Alman vülgermateryalizmine karşı olmalarıydı. Ancak yüzyılın sonlarında bu alanda tersine bir gelişme yaşanmıştır.
Dolayısıyla 1908 sonrasında ivme kazanan Osmanlı Müslüman sosyalizmi, din ile münasebeti açısından dünya genelinden farklılaşan eğilimler taşımıştır. İstiklâl Harbi döneminde Mirsaid Sultan-
Galiev'inki benzeri söylemleri dile getiren liderler de "din" ile "sol" arasında benzer bir ilişki kurmuşlardır.
Cumhuriyet "sol"u
Erken Cumhuriyet ideolojisi tıpkı asır sonu Avrupa "sol"u ve sol olmayan hareketleri gibi Alman vülgermateryalizminden derin biçimde etkilenmişti. Bu çerçevede kendisini anti-emperyalizm üzerinden "sol"da konuşlandıran milliyetçi-devrimci Kemalist ideoloji "din"e karşı oldukça çatışmacı bir tavır takınmıştı. Kemalist olmayan sol da sosyalist hareketleri global düzeyde etkileyen Sovyet deneyimini örnek alarak hızla benzer bir çizgiye kayacaktır. Bunun neticesinde İkinci Meşrutiyet Dönemi'nde yaşananın tersine tüm "sol," İslâm ile çatışmacı bir ilişki geliştirmiştir.
İlerleyen yıllarda da bu ilişkide önemli değişiklikler gerçekleşmeyecektir.
Bu çerçevede "sol," neredeyse tüm eğilim ve örgütlenmeleriyle "din" ile ya açıktan çatışan ya da bu eğilimini örtmeye çalışan bir ideoloji haline gelmiş, bu ise onun toplumla ilişkisini derinden etkilemiştir.
Buna karşılık toplumun geniş katmanları da "sol"u temel yaklaşımı "din karşıtlığı" olan bir ideoloji olarak kavramsallaştırmıştır.
Bunun doğal neticelerinden birisi Cumhuriyet dönemi İslâmî hareketlerinin de her kesimden "sol"u "inanç ile çatışan" bir ideoloji ve tehdit olarak görerek kendisini "sağ"da konuşlandırmasıdır.
Türkiye'deki İslâmî hareketin yeniden örgütlendiği yıllarda Soğuk Savaş'ın etkisiyle güç kazanan bu eğilim, onun Seyyid Kutb benzeri düşünürlerden etkilendiği süreçte ilginç bir değişim yaşamıştır. Birinci dönemde kendini "sol"un karşısında "sağ"da konuşlandıran söz konusu hareketler daha sonra tıpkı Kutb gibi milliyetçilik, sosyalizm, kapitalizm benzeri tüm ideolojileri eleştiren, "sosyal adalet"in böylesi "materyalist yaklaşımlar" tarafından değil ancak İslâmî bir rejim tarafından sağlanabileceğini savunan bir çizgiye kaymışlardır. Bu çerçevede böylesi görüşlerin siyaset yelpazesine yerleştirilmesi için kullanılan "sağ" ve "sol" benzeri kavramlar da anlamını kaybediyordu. "İslâmî hareket" bunların hepsine karşı ve tümünün alternatifi olduğu için "sağ-sol" ayrımını yapay buluyor ve artık kendisini onlar aracılığıyla tanımlamıyordu.
Buna karşılık kendisini "sol" olarak tanımlayan Kemalist milliyetçilik ile diğer sol yapılanmalar onu siyaset yelpazesinin en "sağ"ına yerleştiriyordu.
Günümüzde "sol" ve "İslâm"
Bu tarihî gelişmelerin ışığında günümüze yönelik değerlendirmeler yapılırken Türkiye'de İslâmî vurguları güçlü bir partinin siyasette yükselişi ve kendisini solda konuşlandıran ana akım "sol"a karşı iktidar olması yanlış okunmamalıdır.
Söz konusu gelişmeler gerçekte Türk siyasetinin iki temel kutbundan birisi olan "kalkınmacı muhafazakârlık"ın dinî vurguları daha fazla kullanan bir çizgiye kaymasını temsil etmektedir. Yeni "kalkınmacı muhafazakârlık" ekonomik açıdan "sosyal adalet"e daha fazla önem atfetmekle birlikte, bunu kurulu iktisadî düzeni değiştirmeden sağlama yaklaşımını benimsemektedir.
Söz konusu çizgi bu nedenle "sağ-sol" ayrımını kendisi dışındakilere ait ve yapay bir kavramsallaştırma olarak görerek reddeden İslâmî hareketlerden önemli bir farklılık göstermektedir.
Dolayısıyla İslâm ile "sol"u bağdaştırma çabaları "sol" ile "İslâm"ı bağdaştırma gayretlerinden daha zor bir çabayı dile getirmektedir.
İslâmî vurguları güçlenen "kalkınmacı muhafazakârlık," son tahlilde, "sağ"da konuşlanmayı sürdürecektir.
Bunun dışındaki İslâmî hareketler ise "sol-sağ" ayrımının yapay olduğunu düşünmektedir. Bu "kalkımacı muhafazakârlık"ın sosyal adalet vurguları daha güçlü bir çizgiye kayamayacağı anlamına gelmez.
Ancak "İslâm" ile "sol"un bağdaştırılmasının bu kanaldan gerçekleşmeyeceğini söylemek yanlış olmaz.
İslâm ile "sol"u bağdaştırma çabaları "sol" ile "İslâm"ı bağdaştırma gayretlerinden daha güç bir çabayı dile getirmektedir. Bu bağdaştırmanın ana akım siyasette temsili de fazlasıyla zordur