Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

İktisadiya'dan Tarihistan'a göç eden bir mültecinin ardından

Güçlü analiz yeteneği ile akademik hayatımızın parlak yıldızlarından birisi olan Profesör Sencer Divitçioğlu'nun vefatı sonrasında değişik yayın organlarında değerlendirmeler kaleme alındı. Bunlara bakılarak, en azından, toplumumuzda pek çok akademisyene gösterilen vefasızlığın bu örnekte yaşanmadığını söyleyebilmek mümkündür.
Buna karşılık merhum Divitçioğlu'nun yarım asır önce Türkiye'deki en kapsamlı entelektüel tartışmanın akademik öncülerinden birisi olduğu hatırlandığında, kendisinin topluma verdiklerinin karşılığını yaşarken olduğu gibi vefatından sonra da alamadığı yorumu yapılabilir.
Bu aynı zamanda Türkiye'nin entelektüel tartışma gündeminin de ne denli değiştiğini de gözler önüne sermektedir. 1960 sonrasında "sol"un egemenliğindeki entelektüel tartışmanın en önemli gündem maddelerinden birisi olan "Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT)" günümüzde ortalama toplum üyelerinin değil literatinin dahi üzerinde son derece sınırlı bilgisi olduğu bir konudur.

Akademik kaygı

Dönemin entelektüel tartışmasındaki rolü ele alınırken Divitçioğlu'nun konumu iyi değerlendirilmelidir. Onu dönemin "sol" literatisinin çoğundan ayıran, büyük bölümü siyasal bir amaca ulaşmak için bilmedikleri ve anlayamayacakları kuramlara slogan düzeyinde atıflar yapan bu bireylerin tersine "devrim stratejisi" üretmek yerine akademik tahliller yapmasıydı.
Örneğin Divitçioğlu'nun ATÜT tartışmasındaki temel sorunsalı bu üretim tarzının "devrim stratejisi"ne ne denli uygun olduğu, siyasal hedeflere ne ölçüde hizmet edeceği değil onun belirli özelliklere sahip toplumların tarihî gelişimini açıklamadaki rolü idi. Divitçioğlu bunun yanı sıra Wittfogel'in "Şark Despotizmi" benzeri kavramsallaştırmalara yönelmekten de kaçınmıştı.
Konunun Yön benzeri dergilerde ele alınış biçimi ile Divitçioğlu'nun ATÜT üzerine kaleme aldığı çalışmalar karşılaştırıldığında bu fark bütün açıklığıyla görülür.
Nitekim Batı entelektüel çevrelerinde konunun tartışıldığı temel organ olan La Pensee dergisine Osmanlı konulu katkı da 1969'da Divitçioğlu tarafından yapılmıştı. Bu mecmuadaki Marxist akademik tartışma şüphesiz ATÜT'ü "heteredoks" ilân eden Mikhail Godes, "Marxizm karşıtı bir görüş" olarak sınıflandırarak yasaklayan Stalin ya da "yabancı Marxistlerin siyasal sorunlar doğuracak" hatalı bir yaklaşımı şeklinde yorumlayan Kaçanovski benzeri Stalin sonrası Sovyet entelektüellerinin dogmatik değerlendirmelerinden farklı idi.
Divitçioğlu'nun tartışmaya yaklaşım biçimi ve analizleri soruna akademik kaygılar çerçevesinde yaklaştığının önemli kanıtlarından birisidir. Onun çalışmaları ATÜT konusunda çok önemli kaynaklar olan Marx'ın, Hindistan kabileleri ve Amerikan yerlileri üzerine çalışan dört önemli uzman Henry Maine, John Lubbock, John Budd Phear ve Lewis Henry Morgan'ın çalışmaları üzerine kaleme aldığı ayrıntılı notların ve Lawrence Krader'in konuyu yeni ufuklara taşıyan temel kaynak eserinin yayını öncesinde kaleme alınmıştı.
Divitçioğlu'nun vardığı sonuçlar bu önemli kaynaklara danışılamadan üretilmiş olmakla birlikte, son tahlilde, onlarla çelişmez. Bu da onun son derece çetrefil bir kavramı, tüm birincil kaynaklara bakamadan analiz etmedeki yetkinliğini ortaya koyar. Ancak bu yetkinlik, Divitçioğlu'na "Marx ile ilgilenme" "sakıncalılığı"na ek olarak "sol"dan gelen "toplumsal gelişme kanunları ve teorileri icat etme" yaftalamasını kazandırmıştır. Doğan Avcıoğlu'nun başını çektiği "devrim teorisyenleri" ya da dönemin Aydınlık dergisi için Divitçioğlu'nun akademik kaygıları ve analizleri eli kulağında olan devrimin üzerine oturtulduğu şablonun sorgulanması anlamına geliyor, bu nedenle de şiddetle eleştiriliyordu. Divitçioğlu'nun askerî darbe ile "Kemalist Sosyalizm"e geçilmesi tezlerine Mısır ve Cezayir örnekleri üzerinden karşı çıkması, "dönüşümün tek yolunun oy devrimi yolu" olduğu, sosyalizm, teorisi bir kenara itilip, "halk hiç hesaba katılmaksızın" sadece bir taktik olarak ele alınırsa bunun sonucunun "nasyonal sosyalizm, nasyonal demokrasi ya da askerî demokrasi" olacağı yorumunu yapması onun akademik birikimi ile siyasi ve toplumsal gerçekliği kendisini eleştiren "devrimciler"den çok daha iyi yorumladığını gösterir.

Tarihistan'a katkı

Bu duruşuna karşılık, Divitçioğlu, düşünceye kuşku ile yaklaşan ve onu tehdit olarak görerek cezalandıran bir devlet idaresi anlayışının sürekli biçimde gadrine uğramıştır. Hakettiği akademik ûnvanları alması engellenmiş, pasaportu verilmemiş, en sonunda da 12 Eylül darbecileri tarafından üniversiteden uzaklaştırılmıştır.
Bu acı verici sürecin belki de tek olumlu yönü Sencer Hoca'nın "bu zulmü yapanın ne biçim bir devlet" olduğunu "tarihin açıklayabileceği" ümidiyle "İktisadiya'dan Tarihistan'a" hicretine neden olmasıdır.
Divitçioğlu ATÜT araştırmaları sırasında kapsamlı tarih okumaları yapmasına karşılık kaleme aldığı denemelerin "Marxist iktisat çalışmaları" olarak değerlendirilmesinin gerekli olduğunu vurgulamıştır. Ancak daha sonra "devlet"i anlama için onun tarihî oluşum "muamma"sını çözme gayretleri kendisini 1980 sonrasının yükselen tarih yaklaşımlarından birisi olan antropolojik tarihe yöneltmiştir.
Divitçioğlu "Tarihistan"daki ikametinde, malûmatfuruşluk ve vesika neşrini "tarihçilik" ile özdeşleştiren yaklaşımların dolaylı yoldan eleştirisini yapmış ve "büyük sorular"a kuramsal analizler aracılığıyla cevap vermeye çalışmıştır. İlginçtir ki seçkin bir iktisat teorisi uzmanı olarak kendi alanında başarılı bir kariyer yapan Divitçioğlu, en önemli katkılarını öz toplumu "İktisadiya"da değil hicret ettiği "Tarihistan"da gerçekleştirmiştir.
Arka planında antropoloji, hermenötik, fenemoloji ve iktisat tartışma ve kuramları olan, yazarının Gadamer, Hempel, Ricoeur ve Marx'dan etkilendiği anlaşılan tarih yazımının Türkiye'ye birkaç numara büyük geldiği şüphesizdir. Divitçioğlu'nun bunu ne derece başardığı tartışılabilir; ama önemli olan bunun düşünülmesi, böylesi bir "tarih" yazımının da mümkün olduğunun ortaya konulmasıdır.
Dolayısıyla akademik dürüstlük örneği Divitçioğlu'nun en büyük katkısı Kök Türkler ya da Osmanlı Beyliği'nin kökenlerini "ortaya koyması," onlarla ilgili "gerçekliği" keşfetmesi değil tarihi "hikâye etme"ye indirgemenin ne denli sorunlu olduğunu, onun bir inşa faaliyeti olarak çok farklı biçimlerde yapılabileceğini göstermesindedir. Tarihçiliğimiz bugün belki bunu takdir edebilecek bir seviyede değildir; ama bu önemli katkı gelecekte mutlaka hakettiği övgüyü alacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA