Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Karşıolgusallığı mı tartışıyoruz?

"Olmasaydı olmazdık" ya da "adımız Dimitri olurdu" türünden yargılar, tarihi anlama konusunda bize yardımcı olamazlar

Atatürk olmasaydı bizlerin de olmayacağı yorumunu yapan bir ilâna karşı "olmasaydı da olurduk" tezini ileri süren bir görselin yayınlanması, bunun akabinde de bir milletvekilinin "Atatürk olmasaydı" adlarımızın "Dimitri, Yorgo" olacağı yorumunu yapması ilginç bir tartışmayı başlattı. Bu, ilk bakışta verdiği izlenime karşılık, bir "karşıolgusallık (counterfactualism)" tartışması değildir.
Buna karşılık konunun "adımız Dimitri olurdu" düzeyinden çıkarılarak farklı boyutları ile ele alınması, hem karşıolgusalcılığın bir tarih yazım aracı olarak tartışılması hem de yakın tarihimizin değerlendirilmesi alanında yararlı olacaktır.

Karşıolgusallık ve tarih

Tarihin teleolojik ve determinist biçimde inşa edilmesini sorgulamak amacıyla kullanılan bir araç olan karşıolgusallık tarih metodolojisinin önemli tartışmalarındandır.
Titus Livius'un Roma Tarihi'nin dokuzuncu kitabında "Büyük İskender genç yaşta ölmese ve Asya'yı egemenliği altına aldıktan sonra Avrupa'ya yönelseydi" tarihin nasıl şekilleneceğini tartıştığı bölümden, Niall Ferguson'ın Virtual History: Alternatives and Counterfactuals çalışmasına ulaşan bir yelpazede ortaya konulan karşıolgusal yaklaşım, "neden" ve "niçin" sorularını cevaplandırabildiği ölçüde tarihî gerçekliğin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Örneğin, Amerikan İç Savaşı olmasaydı kölelik kurumunun evriminin nasıl olacağını tartışmak, "neden" ve "niçin" sorularına anlamlı cevaplar verilebilirse, bu alanda kaçınılmaz bir gelişim çizgisinin varolduğu tezini sorgulayabilir.
Bu sorular sorulmadığında ise karşıolgusallık, anlamlı olmayan bir fantezi inşa faaliyetinin aracı haline gelmektedir.
Günümüzde karşıolgusallık bu anlamıyla popüler kültürde kendisine önemli bir yer edinmiş durumdadır. Tarihin Sid Meier'ın Civilization'ı (Uygarlık) benzeri bilgisayar oyunları aracılığıyla farklı şekillerde ve "pazarlık" yoluyla inşa edilebildiği post-modern gerçeklikte, "Eğer öyle olsaydı" (What if) tarihçiliği olarak adlandırılan popüler yaklaşıma gösterilen ilginin artması doğaldır. Bu açıdan bakıldığında Al Gore'un Amerikan seçimlerini kazanması durumunda nasıl bir dünyanın şekilleneceğini tartışan Başkan Gore ve Olmayan Diğer Şeyler (2006) kitabının, George W. Bush'un icraatlarını değerlendiren çalışmalarla kıyaslanamayacak satış rakamlarına ulaşması şaşırtıcı değildir.

Neyi tartışıyoruz?

Post-modern toplumda karşıolgusallığın gerek akademik tarihçilik gerekse de popüler fantezi inşa faaliyetinin önemli bir aracı olmasının Türkiye'de karşılık bulmaması beklenemez. Ancak zikredilen "Olmasaydı . . . olmazdık" ilânı bir akademik karşıolgusallık denemesi olmadığı gibi "Eğer öyle olsaydı" popüler yaklaşımının ürünü de değildir. Bu ilânın amacı ne "neden" ve "niçin" sorularına cevap vererek Osmanlı çöküşünden Türkiye Cumhuriyeti'ne giden yolun kaçınılmaz olmadığını vurgulamak, ne de bunları sormadan, popüler bir yaklaşımla "Atatürk'ün liderliğini yapmadığı bir Türkiye'nin nasıl şekillenebileceği" üzerine fanteziler üretmek değildir.
Dolayısıyla amaçlanan, karşıolgusallığın bir araç olarak kullanılmasıyla yakın geçmişin değişik boyutlarda tahlili değil, toplumsal dinamikleri, tarihî süreçleri ve dış etkenleri reddeden bir kişilik kültünün tahkim edilmesidir. Bu örnekte ne tarihî malzemeye dayanarak gerçekleşmesi mümkün diğer alternatifler tartışılmakta, ne de bu yapılmadan fanteziler üretilmekte, buna karşılık kesin, tartışılmaz bir yargı aktarılmaktadır.
Güçlü Marksist tarihselci eğilimlerine karşılık karşıolgusal analizin tarih yazımında bir araç olarak sınırlı faydalar sağlayabileceğini belirten Eric Hobsbawm, bu alanda yapılabilecek en kötü uygulamanın onun "Büyük Adam" kuramı çerçevesinde "tüm iktidarı elinde tutan bireylerin kararlarının önemini vurgulamak" amacıyla kullanılmaya çalışılması olduğunu belirtmişti. Ele aldığımız örneğin konuya yaklaşımı da böyledir.
Ancak bunun karşıolgusallığın akademik ve popüler amaçlarla kullanımından farklı ve tamamen siyasî olduğunu vurgulamak gereklidir.

Atatürk olmasaydı?
"Atatürk olmasaydı"
varsayımından hareketle karşıolgusal bir tahlil yapılması ve tarihî kaynaklara dayanarak gerçekleşebilecek diğer senaryoların tartışılması doğal olarak mümkün ve yararlıdır.
Ancak bu yapılırken iki yaklaşımdan sakınmak gerekmektedir.
Bunlardan ilki I. Dünya Savaşı galiplerinin mağlup devletleri şiddetle cezalandırarak kurmaya çalıştıkları yeni dünya düzenine gösterilen tepki neticesinde oluşarak, İstiklâl Harbi'ne evrilen hareketin kişiselleştirilmesidir. 1918 yazında savaşın kaybedileceğini anlayan İttihad ve Terakki'nin oluşturmuş olduğu direniş altyapısının faaliyeti ve Anadolu'da sovyetleri (şûra) andıran yerel kongrelerin icraatı, kamuoyundaki Wilson ilkelerinin hakkaniyetle uygulanması beklentisinin karşılanmaması durumunda "yeni dünya düzeni"ne ilk itirazın Osmanlı merkezinde ortaya konulacağını gösteriyordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın bu tepkileri örgütleme, mevcut altyapıdan güçlü siyasî ve askerî yapılanmalar çıkartma ve çok zor koşullar altında gerçekleştirilen bir savaşı zafere ulaştırma alanındaki başarısı ortadadır. Bunu kendisinin pek çok siyasî muhalifi de dile getirmektedir.
Ama buradan yola çıkarak İstiklâl Harbi karmaşıklığındaki bir olayı kişiselleştirmek anlamlı değildir.
Bu alanda karşıolgusallık bir araç olarak kullanılacaksa, bu kişisel değil toplumsal düzeyde yapılmalıdır.
İkinci olarak karşıolgusallık Erken Cumhuriyet alanında bir araç olarak kullanılacaksa, teleolojik tarih yaklaşımı ve determinizm tuzağına düşmeden, Atatürk'ün "olmasının" çok da "anormal" bir durum olmadığının vurgulanması gereklidir.
Atatürk'ün düşünce kaynaklarını bilmeden ve son dönem Osmanlı toplumunu anlamadan yaklaşıldığında Erken Cumhuriyet tecrübesinin bir "mucize" olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Ancak bunlara vakıf olunduğunda, Atatürk'ün asır sonu dünyası ve II. Meşrutiyet dönemi düşünce hareketlerinin ürünü olduğu görülecektir.
Atatürk ile benzer düşünceleri paylaşan, onları değişik yayın organlarında tartışan kişilerin son dönem Osmanlı toplumunda azınlıkta oldukları doğrudur. Ancak bu kişilerin entellektüel tartışmada oldukça önemli yer tuttukları, siyaseti de derinden etkiledikleri unutulmamalıdır.
Karşıolgusal bir önerme yaparak I. Dünya Harbi türünden toplumu altüst eden bir gelişme olmasaydı, bu düşüncelerin hızla gerçekleştirilen, kapsamlı bir dönüşüm programının temelini oluşturmasının zor olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ancak buradan yola çıkarak söz konusu düşüncelerin en radikal biçimde uygulanmasını sağlayan Atatürk'ün ortaya çıkmasının "anormal" ve "mucizevî" olduğu neticesine ulaşmak şüphesiz anlamlı değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA