Geçen hafta Fransız Üçüncü Cumhuriyeti modelinden uyarlanarak "din-bilim" çatışmasını insanlık tarihinin temel toplumsal sorunsalı ve motor gücü olarak sunan Türk ulus-devlet inşa projesinin yarattığı "İki Türkiye"nin çatıştıklarını, bunun daha da tırmanabileceğini, toplumsal hasara yol açabileceğini, ancak Türkiye'nin bu eksende bölünmeyeceğini vurgulamıştık.
Belirttiğimiz gibi, ellerimizle yarattığımız bu "İki Türkiye" arasındaki çatışmanın marjinalleşti- rilmesi ancak demokratikleşme ile sağlanabilecektir.
Etnik eksendeki "İki Türkiye"
Buna karşılık etnik eksen etrafında ayrışan "İki Türkiye" için benzer yorumlarda bulunmak mümkün değildir. Bu "İki Türkiye"nin şekillenmesinde de ulus-devlet inşa sürecinde izlenen siyasetlerin rolü olduğu şüphesizdir. Demos değil ethnos temelli toplum tasavvuru, "varolanı reddederek olması gereken" üzerine yoğunlaşan dönüştürücü kimlik siyasetleri ve tektipleştirme hedefli sosyal mühendislik uygulamaları söz konusu "İki Türkiye"nin ayrışmasında ve çatışmasında önemli rol oynamıştır.
Tıpkı birinci "İki Türkiye" gibi bu "İki Türkiye"nin de farklı sembolleri, tarihleri, kahramanları ve rol modelleri vardır. Bunların üyeleri de dünya ve çevredeki gelişmelere kimlikleri üzerinden farklı tepkiler verirler. Bu "İki Türkiye" de sadece sevinç ve üzüntüde farklı taraflarda olmak ve yekdiğerini "ötekileştirmekle" kalmaz, kaba stereotipler üzerinden "canavarlaştırma"yı da sıklıkla kullanır.
Ancak etnik ekseninde ayrışan "İki Türkiye"nin temel sorunu, 1922 sonrasında "Türkiye" projesinin içeriği üzerine başlatılan tartışmanın, bu projenin kendisinin ne ölçüde anlamlı olduğu münakaşasına evrilmiş olmasıdır. Yukarıda zikrettiğimiz siyasetler ve iki tarafta da egemenliğini sürdüren milliyetçi yaklaşım, 1920-22 arasında "Türkiye" projesi hakkında ulaşılan uzlaşma ve kaba hatları belirlenen "ortak tasavvur"dan uzaklaşılması neticesini doğurmuştur.
Bu nedenle "Müslüman" ve "Laik" Türkiyeler bu projenin "nasıl" olacağı etrafında bir çatışma yaşarken, etnik eksendeki "İki Türkiye"nin en azından bir tarafı bunun "varlığı"nın ne derece anlamlı olduğunu sorgulamaktadır.
Demokratikleşmenin rolü
Dolayısıyla etnik eksende oluşan bu "İki Türkiye" arasındaki çatışmanın marjinalleştirilebilmesi ancak "Türkiye"nin anlamlı bir proje olduğu üzerinde yeni bir uzlaşma ve bir "ortak tasavvur" yaratılması ile mümkün olabilir. Demokratikleşme bu amaçlara ulaşılmasına katkıda bulunabilir; ama kendi başına bunları sağlayamaz.
Toplumlar böylesi eksenler etrafında bölünerek toplumsal projelerin "varlığı"nı milliyetçi söylemler üzerinden tartışmaya başladıklarında "demokrasi" ve "özgürlükler"in seviyesi çatışmanın neticesinin temel belirleyicisi olmamaktadır.
Kendi geçmişimize bakacak olursak "Osmanlılık" projesini sorgulayarak ayrılıkçı siyasetler geliştirme, özgürlüklerin Tanzimat bürokratik diktatörlüğü ve II. Abdülhamid neo-patrimonyal rejiminden çok daha fazla olduğu 1908-1912 döneminde hız kazanmıştır. İngiltere, Kanada ve İspanya'nın demokrasi seviyesi, İskoçya, Quebec ve Katalunya'nın birlikten ayrılması ihtimâlini ortadan kaldırmamakta buna karşılık "çatışma"nın biçimi üzerinde etkili olmaktadır.
Diğer bir ifadeyle bu yapılarda "bölünmemeyi" sağlayacak olan, demokrasinin daha da geliştirilmesi değil (burada söylenilmeye çalışılan demokratikleşmenin yararsız olduğu değildir) Büyük Britanya, Birleşik Kanada ve 1978 sonrasında yaratılan "Demokratik İspanya" projelerine bağlılık ve "ortak tasavvur"lar olacaktır.
"İki Türkiye" ve "Çözüm Süreci"
Kamuoyunda "çözüm süreci" olarak adlandırılan girişim uzun süreden beri devam eden düşük yoğunluklu savaşın durdurulması, sorunların şiddeti dışlayan yöntemler kullanılarak soğukkanlı biçimde tartışılması ve çözüme kavuşturulması açısından hayatî önemi haizdir.
Ancak çözümün nihaî hedefi "Türkiye" projesinin varlığı üzerinde uzlaşma ve bunu anlamlı kılacak bir "ortak tasavvurun" sağlanması olmak zorundadır. Üzerinde uzlaşılan bir proje ve ortak toplum tasavvurunun olmadığı bir ortamda süreç "İki Türkiye" arasında "alma-verme" temelli bir pazarlığa dönüşürse, "ne alınırsa alınsın ve ne verilirse verilsin" başarı şansı kalmayacağı gibi amaçlananın tersine bu yapılar arasındaki sınırların tahkimine neden olur.
Bu, doğal haklara getirilen kısıtlamaların, kimlik dayatmalarının, kültürel dışlayıcılığın ve antidemokratik baskıların ortadan kaldırılması amaçlı girişimlerin zaman israfı olduğu anlamına gelmez. Gerekli olan bunların "İki Türkiye" arasındaki pazarlık değil, onların beraberce oluşturacakları "Yeni Türkiye" projesi çerçevesinde gerçekleştirilmesidir.
Burada "İki Türkiye"ye de büyük sorumluluklar düştüğü, sorunun, içerikleri ne olursa olsun, "paket"lerle çözümlenemeyeceği ortadadır. Örneğin bir tarafın fazlasıyla içselleştirdiği "ethnos temelli toplum" yaklaşımından vazgeçmesi ne kadar gerekli ise diğer tarafın da böylesi bir tasavvurun yarattığı bölünme ve çatışmayı önlemenin çâresinin "karşıt ethnos yaratma" olmadığını görmesi gereklidir. Etnik eksen etrafında bölünen "İki Türkiye"nin birbirine benzeşmesi sadece bölünmeyi hızlandırır.
Benzer şekilde milliyetçilik temelli tektipleştirme ve dayatmacı kimlik siyasetlerinin neden olduğu hasar ortadadır. Ancak bunların karşı tezi "karşıt milliyetçilik" ve "alternatif etnik kimlikler" değil herkesin "kendisi" olarak, dönüşmeden katılabileceği, hem özgünlüğünü ve hem de diğerleriyle ortaklığını vurgulayabileceği bir toplum tasavvurudur.
Bu açıdan bakıldığında "demokratikleşme paketi" açılırken "anayasal vatandaşlık" üzerinden böylesi bir tasavvura ulaşılmasını temin edebilecek toplumsal sözleşme konusunda "güneşin önemli bir kısmının batırılmış olması" fazlasıyla üzüntü vericidir.
Bu tür bir tasavvuru yaratamayan, ruhen bölünmüş "İki Türkiye" arasındaki çatışmanın bölünmeye yol açabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki toplumların beraberliğini sağlayan, bir toplumsal projeye duyulan inanç ve onu oluşturan bireylerin bir ortak tasavvuru paylaşmasıdır.
Bunlar kaybolduğunda toplumsal birlik anayasa hükümleri ya da güç kullanımı ile sağlanamamaktadır. Osmanlı Kanun-i Esasîsi'nin "yekvücûd" imparatorluğun "hiçbir sebeble tefrik kabul" etmeyeceği hükmü, aynı coğrafyada yirmi yedi devletin oluşmasını önleyememiştir. Aynı şekilde Birleşik Krallık ve İrlanda yapısı, bir imparatorluğun, o zamana kadar görülen en büyük askerî zaferi kazanması sonrasında bölünmüştür.
Toplumun önündeki sorun "İki Türkiye"den hangisinin diğerine neler vereceği ya da hangisinin diğerinden neler alacağı değil yeni "Türkiye" projesinin nasıl yeniden yaratılacağıdır. Bunun yapılamaması durumunda güneşin gurup edebileceği unutulmamalıdır.