Toplumumuzda siyaset hakkında sıklıkla dile getirilen şikâyetlerden birisi de "kutuplaşma"dır. Buna göre iktidar ile muhalefet arasında yaratılan "her siyaset ve uygulamayı eleştirme" ilişkisi gereksiz bir gerginlik ve çatışmaya neden olmaktadır. Bu basitleştirici yaklaşıma karşılık "kutuplaşma" olarak kavramsallaştırılan bu gelişme gerçekte çok daha derin bir sorunun varlığını ortaya koymaktadır.
İktidara karşı "cephe"
Siyasî hayatımızda uzun bir geçmişi bulunan "kutuplaşma," siyasetin yapılanma ve örgütlenme biçiminden kaynaklanan yapısal bir sorundur. Liderlerin buluşarak "ortamı yumuşatmaları" benzeri girişimlerle çözülmesi mümkün olmayan bu soruna cevap verilebilmesi ise ciddî bir dönüşümü gerekli kılmaktadır.
Partilerin ortaya çıktığı 1908 öncesinden başlayan ve İkinci Meşrutiyet döneminde ivme kazanan "kutuplaşma" gerçekte iktidara karşı "birleşik cephe" oluşturma yaklaşımının ürünü olup, bir asrı aşkın süredir siyasetimizin yapısal bir özelliği haline gelmiştir.
Literatürde Jön Türk muhalefeti olarak adlandırılan ve II. Abdülhamid rejiminin tüm muhaliflerinden oluşan "cephe," farklı siyaset ve dünya görüşlerine sahip birey ve örgütlerden oluşmaktaydı. Bu örgütlerin en önemlisi olan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti de Jön Türklüğün bu özelliğini yansıtırdı. Paris teşkilâtı pozitivist Ahmed Rıza Bey'in denetiminde olan örgütün Mısır şubesini Hoca Muhiddin liderliğindeki ulema idare ederken, Cenevre merkezini Ludwig Büchner hayranı materyalist doktorlar yönlendirirdi. Birbirleriyle neredeyse hiçbir konuda anlaşamayan bu kişilerin tek ortak noktası sultanın rejimine muhalefetti.
1902 ve 1907 yıllarında toplanan "Umum Muhalifîn Kongreleri" ile güçlendirilmeye çalışılan bu "cephe"nin iktidara getirdiği İttihad ve Terakki de kendisine karşı yeni bir muhalefet koalisyonunun oluşmasına neden olmuştur.
Jön Türk muhalefeti gibi İttihad ve Terakki karşıtı "cephe" de ulemadan etnik milliyetçilere, liberallerden eski rejim taraftarlarına ulaşan bir yelpazeye yayılıyordu. Bu "cephe"yi oluşturan, farklı dünya görüşleri ve siyasetleri benimseyen birey ve örgütlerin de tek ortak noktası "İttihadçılığa muhalefet" idi.
Tarihî süreç değerlendirildiğinde Komüntern'in yönlendirmesiyle 1934-1939 yılları arasında oluşturularak Fransa, İspanya ve Şili'de iktidara gelen anti-Faşist cepheler, Osmanlı son dönem siyasetinde muhalefetin temel örgütlenme biçimini yansıtıyordu.
En güzel örneği Fransa'daki Front populaire olan bu yapılanmalardan farklı olarak Osmanlı "muhalefet cepheleri" katılımcıların kendi yaklaşım ve tezlerini hızla bir kenara bırakarak "iktidara karşıtlık"ı temel siyaset haline getirdikleri örgütlenmelerdi. Ahrar, Hürriyet ve İtilâf Fırkası benzeri örgütlenmeler Front populaire gibi farklı eğilimlerin geçici koalisyonundan ziyade ortak düşmanı devirmekten başka bir amacı olmayanların bu paydada birleştikleri ve iktidar karşıtlığının "ideoloji" işlevi gördüğü yapıları yansıtıyorlardı. Temel sorun "iktidara karşıtlık"ın" düşünce ve ilkeleri törpüleyerek "ideoloji" haline gelmesiydi.
Bunun nedeni de Fransa'dan farklı olarak, siyasî partilerin felsefî temelleri olan düşünceleri temsil etmeyen yapılanmalar olmasıydı. İttihadçı karşıtlığı, sınırlı sayıda liberalin eleştirisi istisna edilirse, bizzat İttihadçı siyasetlerin oluşturduğu bir yaklaşım biçimiydi.
Diğer bir ifadeyle muhalifler belirli bir düşünce, program ve yaklaşımı dile getirmekten ziyade, iktidarın uygulamalarına karşıtlık üzerinden siyaset üretiyorlardı. Bu nedenle de "kutuplaşan" siyasetin de belirleyicisi "iktidar" oluyordu. Onun uygulamaları "muhalefet"in gündemini de belirliyordu.
Cumhuriyet cepheleri
Cumhuriyet, Osmanlı siyasetinden devraldığı "cephe" geleneğini sürdürdü. Çok partili yaşama geçişe kadar Tek Parti karşıtı "cephe," örgütlenememesine karşın "iktidar karşıtı koalisyon" özelliğini sürdürdü. Demokrat Parti de özellikle ilk muhalefet yıllarında muhafazakârlardan sosyalistlere ulaşan bir yelpazedeki bireylerin katıldıkları bir "cephe" niteliğindeydi. Burada önemli olan "Tek Parti karşıtlığı"nın birleştirici çimento" işlevi görmesi ve ideoloji karakteri kazanmasıydı.
II. Abdülhamid döneminden beri siyasetimizin temel hususiyetlerinden birisi olan "cepheler" 1950 sonrasında da varlıklarını sürdürdüler. İlginç olan İttihad ve Terakki, Demokrat Parti gibi "muhalefet cepheleri"nin iktidara getirdiği yapıların da karşıt "cephe"lerin oluşumunu tetiklemiş olmasıdır.
Cepheler yeni iktidar oluşumunun gerçekleşmesi sonucunda dağılmakta, egemen unsur yeni bir güç merkezi yaratmakta, bu ise eski müttefiklerinin de katıldığı bir karşı cephenin inşa zeminini hazırlamaktadır. Bunun temel sorunu düşüncelere ve ilkelere dayalı olmayan, olanları da törpüleyen "iktidara muhalefet" temelli siyaset yapımının sürekli biçimde yeniden üretilmesidir.
Bu açıdan bakıldığında vesayet düzeni karşıtı koalisyonun iktidara getirdiği bir yapılanmanın da bazıları eski müttefikleri olan yeni bir muhalefet "cephe"sinin oluşumunu tetiklemiş olması şaşırtıcı değildir. Geçmişteki örneklerde görüldüğü gibi bu cephe de bir düşünce ve programdan ziyade "iktidar ve lideri"ne muhalefet çerçevesinde siyaset üretmektedir. Bu nedenle muhalefetin temel tez ve gündemini belirleyen de tıpkı eski örneklerde görüldüğü gibi "iktidar" olmaktadır.
Kutuplaşma değil zafiyet
Türkiye'de liberal ve sol hareketlerin geleneksel zayıflığı, milliyetçiliğin neredeyse tüm siyaset tarafından içselleştirilmiş olması, CHP'nin sosyal demokrasi söylemine karşın herhangi bir temel düşünce ve siyaset yaklaşımını temsil etmemesi günümüzde de "kutuplaşma" olarak nitelendirdiğimiz cephelerin doğuşuna neden olmaktadır.
Bu cepheleşme ise düşünsel boyutu kuvvetli, belirli programları savunan siyasetin zemin kaybetmesine ve iktidarın belirlediği gündem etrafında tartışmanın "siyaset yapımı" olarak kavramsallaştırılmasına yol açmaktadır. Düşünce boyutu oldukça kuvvetli bir program kaleme almış olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi'nin dahi tezlerinin önemli bir bölümünü iktidarın uygulamaları üzerinden üretmesi bu tür siyaset üretiminin ne denli içselleştirildiğini ortaya koymaktadır. Bunda iktidar mücadelesinin iki kutbundan birisi olan kalkınmacı muhafazakârlığın da düşünsel temelleri güçlü siyaset üretememesinin payı vardır.
Sıklıkla yakınılan ve "kutuplaşma" olarak nitelendirilen olgu yapısal bir sorunun neticesidir. Bu nedenle siyaset; ilke, program ve düşünceler çerçevesinde yapılmadıkça, "kutuplaşma," iktidarlar ile karşı cepheler arasındaki temel ilişki biçimi olmayı sürdürecektir.