İzmir milletvekili Profesör Birgül Ayman Güler'in "Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz" değerlendirmesi bir asrı aşan kimlik sorunumuzun özetidir. Bu yaklaşım, Tanzimat'tan itibaren üst kimlik ve ortak tasavvurlar yaratma alanında karşılaşılan başarısızlıklardan gerekli dersleri çıkaramadığımızı da ortaya koymaktadır.
Kapsayıcı ama tekil kimlik
1789 sonrasındaki büyük değişim ve yükselen milliyetçiliğe cevap olarak yaratılan "Osmanlı" ve 1921'den itibaren yeni devlet için geliştirilen "Türk" üst kimliklerinin bütünüyle başarısız oldukları söylenemez. Buna karşılık her iki kimlik de mimarlarının arzuladığı neticeleri doğurmamıştır.
Bunun temel nedeni, bu kimliklerin onları benimsemeye hazır olanları içine almakla beraber diğer tüm aidiyetlerle çatışmasıdır. Diğer bir ifadeyle, Osmanlı ve Türk üst kimlikleri onları kabul edenleri itiraz etmeden, ancak diğer aidiyetlerin unutulması ya da marjinalleştirilmesi şartıyla içlerine almışlardır. Bunun sonucunda ise üst kimlik sadece diğer aidiyetlerin üzerinde olmakla kalmamış, onların vurgulanmasını "ayrılıkçılık" ve "bölücülük" olarak kavramsallaştırmıştır.
Örneğin, "Osmanlı" kimliği, onu kabul eden Ermeni ya da Arnavutları içine almış; ama bilhassa 1908 sonrasında, Ermeni- Osmanlı, Arnavut-
Osmanlı ikili kimliklerini ayrılıkçılık olarak değerlendirerek "sadece Osmanlı" olunmasını, alt kimliklerin marjinalleştirilmesini talep etmiştir.
Bu yapılırken Osmanlı kimliğinin içinin Türk sembol ve değerleriyle doldurulması, diğer aidiyetleri bir kenara bırakmaları istenen anâsırın "Osmanlılık" siyasetine bir "Türkleştirme projesi" olarak muhalefet etmesi neticesini doğurmuştur.
Tarih kitaplarımızın İttihad ve Terakki'nin "toptancı Osmanlılık"ına muhalefet edenleri, "ayrılıkçılar, etnik milliyetçiler" olarak tektipleştirmesi, samimi ikili kimlik taraftarlarını göz ardı etmemize yol açmaktadır.
Burada önemli olan kimliğin diğer aidiyetlerle ilişkisi ve içinin dolduruluş biçimidir.
Nitekim "Osmanlı" benzeri doğrudan etnik ya da dinî referansı olmayan bir kimlik dahi diğer aidiyetlere hegemonik yaklaşımı ve içinin sadece Türk sembolleriyle dolduruluşu nedeniyle çatışmayı önleyememiştir.
"Türk"ü teklif eden Kürt
Üst kimlik tartışmalarında dile getirilebilecek ilginç bir husus "Osmanlı" yerine "Türk"ün üst kimlik yapılmasının ilk kez Kürt milliyetçi hareketinde de önemli roller oynayan Abdullah Cevdet Bey tarafından önerilmiş olmasıdır. 1907'de kaleme aldığı bir yazıdan aktarırsak:
- "Ermeniye sorarım: Sen nesin?
- Osmanlı.
- Bu isim nereden geliyor?
- Padişahlarımızın ecdâdı Osman-ı Evvel'e nisbeten. . . Türkiye teb'asına verilmiş isimdir...
- A iki gözüm vatandaşım . . .
Türkiyelilik, Türklük nâmını taşıman evlâ değil mi? Sen Ermenisin, ben Kürdüm. . . Kürdlüğü severim. Fakat madem ki hukuk ve vezâifce mütesâvî Türkiye vatandaşlarındanım, her şeyden evvel Türküm." "Türkiye Türkiyelilerindir" diyen Abdullah Cevdet'in yazısının altına koyduğu "Bir Kürd Türk" imzasından Amerika'da "tire ile ayrılmış kimlik (hyphenated identity)" olarak adlandırılan kimlikler ilişkisini dile getirmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Kendisinin "madem ki Türkiye vatandaşıyım, Kürd lisanı unutulsun, Kürdlüğüm unutulsun dediğim anlaşılmasın. Bilâkis Kürd Kürdçesini, Ermeni Ermenicesini hars ve ihyâ etsin" ifadesi ise farklı kültürlerin "Türk üst kimliği" ile hegemonik olmayan bir ilişki çerçevesinde "yaşayabildiği" ve "yaşanabildiği" bir yapıyı dile getiriyordu.
Bunun içinde yaşayanlar "Türkiye vatandaşları nâm-ı ma'kûlü" anlamındaki "Türk" kimliği altında birleşeceklerdi.
"Türk" olabilirdi
Harb-i Umumî sonrasında Misak-ı Millî sınırları içinde kalan Osmanlı teb'ası için "Türklük"ün, Türkiye vatandaşlığına atıfta bulunan bir üst kimlik olarak kullanılmasına ve "Osmanlı" yerine bu anlamıyla "Türk" ve "Türkiye" ifadelerinin geçirilmesine ciddî bir itiraz gelmedi.
Nitekim 1921'de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nda "Türkiye Devleti" ibaresi kullanılırken, Büyük Millet Meclisi ûnvanıyla açılmış olan meclisin adına da "Türkiye" sıfatı eklendi.
Bu kullanım Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920'de dile getirmiş olduğu gibi "muhafaza ve müdafaasıyla iştigâl edilen millet"in "bir unsurdan [Türklerden]" ibaret olduğu anlamına gelmiyordu. Bu "millet" o unsurun yanı sıra Kürt, Çerkes, Laz gibi değişik "anâsır-ı İslâmiyeyi" de kapsıyordu. Bunlar "vatandaşlık" zemininde birleşiyorlar ve "yekdiğerinin . . . ırkî, ictimaî ve coğrafî hukukuna riâyetkâr" davranıyorlardı.
Dolayısıyla 1907'de bir Kürt entelektüel tarafından ortaya atıldığında radikal bulunan bir üst kimlik, 1920 sonrasında çoğunluğun kabulûnü sağlayabilecek bir yoruma kavuşturulma şansını kazanıyordu. Bunu sağlayan ise gerçekte bir etnik gruba da atıf yaptığı için sorunlu olacağı varsayılan bir üst kimliğin, farklı aidiyetlerle hegemonik olmayan, saygıya dayalı bir ilişki kurmayı taahhüt etmesi ve ikili kimlikleri reddetmemesiydi.
"Türk" olmadı
Dolayısıyla "Osmanlı" gibi herkesi ya da "Yugoslav (Güney Slavları)" gibi, Arnavutlar haricindeki çoğunluğu kapsayan yapay üst kimliklerle kıyaslandığında, doğrudan bir etnik gruba da atıf yapma dezavantajı taşıyan "Türk" üst kimliği, içi farklı biçimde doldurularak ikili kimlikleri reddetmese literatürdeki istisnâî bir örnek olarak benimsenebilirdi.
Ancak bilhassa Takrir-i Sükûn Kanunu sonrasında tek tip vatandaşlardan oluşan bir "ulus" inşaına girişilmesi, bunun tüm değer, sembol ve "parlak geçmişinin" en dar anlamıyla "etnik Türklük" üzerinden yaratılarak, diğer unsurların varlıklarının inkârı, hattâ dile getirilmelerinin yasaklanması söz konusu benimsenmeyi imkânsız kıldığı gibi kimlik çatışmasının da zeminini hazırlamıştır.
Türk olur mu?
Bu tarihî arka plan, Profesör Güler'in dile getirmek istediği "Türk üst kimliğini içselleştirmiş vatandaşlardan oluşan ulus" ile "içindeki değişik etnik grupların alt kimlikleri" ilişkisinin günümüzde yaratılmasını imkânsız kılmakta, bunu Bulgaristan vatandaşı Türk ve Tatarlar'dan kendilerini "Bulgar" olarak kimliklendirmelerinin istenmesine benzer bir talep haline getirmektedir.
Gerekli olan "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" benzeri, bir etnik gruba atıf yapmayan, hiyerarşi yaratmayan, ikili kimliklere açık bir kavramsallaştırma üzerinden ortak bir tasavvurun üretilmesi ve Türkiye'nin etnik aidiyetler üzerinden ayrışmasının önlenmesidir.