Apolojetik (bahane bulucu/özür üretici) tarihçilik üzerine yaptığım değerlendirme nedeniyle çok sayıda mesaj aldım. Bu mesajlar tarihselleştirme maskesi altında gerçekleştirilen bu tarih yazımına karşı toplumda ciddî bir tepkinin oluştuğunu gösteriyor; bu şüphesiz fazlasıyla memnuniyet vericidir.
Söz konusu mesajların önemli bir bölümü apolojetik tarih yazımı örneği olarak ele alınan çalışmanın Türkiye'yi "aydınlattığını" savunduğu fizikî antropoloji ve freneloji (kafatası morfolojisi ile insan zekâ ve karakteri arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmayı amaçlayan ve Gall sonrasında bilimsellik atfedilen araştırma dalı) ile bunlara dayandırılan ırk kuramları ve milliyetçiliğin günümüze yansıyan etkilerinin tartışılması talebini dile getiriyor.
Apolojist tarihçilerin, "aydınlanmamızı sağlama amacıyla kullanıldı, sonra bir kenara bırakıldı, zaten uygulanmaları da amaçlanmıyordu" yorumuyla herhangi bir tortu bırakmadığını savundukları bu kuramlar, gerçekte günümüze ulaşan ciddî etkiler yaratmıştır. Bunların tartışılması, bu konuya yönelik özür üretici tarihçiliğin ne gibi sorunları beraberinde getirdiğini daha iyi anlamamıza da yardımcı olabilir.
Laik-Millî kimlikler çatışması
"Kimlik kazandırma" amaçlı bu kuramların en önemli sorunu "kimliksiz," daha da önemlisi "gerçek kimliğinin bilincinde olmadığı" varsayılan bir "kitle" düşünsel arka plânına dayanmalarıdır. Bu dahilî Oryantalizm "medeniyet yaratan üstün bir ırka mensubiyeti"ni unutarak kendisini "Müslüman" olarak kimliklendiren "cahil halk topluluğu"nu bu yanlıştan arındırmayı, onu "aydınlatarak" öz kimliği ile teçhiz etmeyi temel hedefi olarak görmüştür.
Bu yaklaşım ise doğal olarak "dinî" ile fizikî antropoloji temelli, seküler "etnik-millî" kimlik arasında uzlaşmaz bir "çatışma"yı varsaymıştır. Türk laikliğinin şekillenmesinden, birbirini dışlayan "dinî" ve "millî" kutsallar yaratılmasına ulaşan bir alanda etkili olan bu yaklaşım, sadece dindarlıkla ciddî sorunları olan bir milliyetçilik yaratmakla kalmayarak, toplumda laik-dinî çatışmasını da körüklemiştir. Türk laikliğinin basit bir din-devlet ayrımı ile yetinmeyerek, kuvvetli milliyetçi vurgular yapmasının nedeni de budur.
Kökleri Ziya Gökalp'e ulaşan geleneksel Türk milliyetçiliği "Türk-İslâm Sentezi" benzeri tezler üreterek bu seküler-millî çatışmasına cevap vermeye çalışırken, dindarlığı "ulusal kimlik"e yöneltilen bir saldırı olarak gören seküler ulusçuluk onu fazlasıyla sahiplenerek günümüze taşımıştır.
Kapsayıcı-hegemonik milliyetçilik
Bahane bulucu tarih yazımı, fizikî antropoloji temelli, brakisefal kafataslarına sahip, "dünya medeniyetinin" kurucusu ırk kimliğinin "kapsayıcı" olması nedeniyle gerçek anlamıyla "ırkçı" bir yaklaşımı yansıtmadığını, antropoloji üzerinden üretilen milliyetçiliğin "katılıma açık" bir kimlik yarattığını savunmaktadır. Gerçekten de "Anadolu halkı," "Türkiye devletini kuran halk" benzeri kavramsallaştırmalar aracılığıyla üretilen "Türk" kimliği kapsayıcı olmuş, onu kabul etmek isteyenlere kapılarını kapatmamıştır.
Ancak söz konusu kapsayıcılık, "üstün ırk" vurgusunu göz ardı etmemize neden olmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında alt kimlikleri reddederek herkesi "üstünlere" katılmaya davet eden milliyetçiliğin, ortadan kaldırmayı amaçladığı bu kimliklerle hegemonik bir ilişki kurduğu kolaylıkla görülür. Söz konusu kapsayıcılık bu davete icabet edenler açısından yararlı olabiliyordu. Ârî ırka mensup olmayanların hiçbir zaman Almanlaşamayacağını savunana benzer ırk yaklaşımlarıyla kıyaslandığında böylesi bir kapsayıcılığın oldukça hoşgörülü olduğu kuşkusuzdur.
Ancak bu kapsayıcı milliyetçiliğin temel sorunu onun beraberinde getirdiği "kimliği" reddedenlere karşı aldığı tavırdadır.
Bu milliyetçilik kapsayıcı olmasına karşın, hem kendisi dışında kalanlarla hegemonik bir ilişki kurduğu (medeniyet kurucusu ve yayıcısı üstün bir ırkmillet ve onun öğrencileri olan diğerleri) ve hem de kendisine katılanları içinde eritmeyi amaçladığı için fazlasıyla sorunludur. Bu ise alt kimlikleri önemsizleştirmeye gayret eden, kapsayıcı Osmanlı kimliğini reddeden Osmanlı anâsırı gibi, kapsayıcı ancak hegemonik Türk milliyetçilik ve kimliğini kabule yanaşmayan unsurlarla günümüze ulaşan bir çatışmayı doğurmuştur.
Tarihsizlik
Fizikî antropoloji temelli Erken Cumhuriyet milliyetçiliğinin beraberinde getirdiği ve günümüze yansıyan sonuçları olan bir diğer sorun da ciddî tarihsel kopukluktur. İnşa etmeye çalıştığı "ulus" için Neolitik çağda gerçekleştiği varsayılan bir parlak geçmiş yaratan, Sümer ve Hitit uygarlıklarını kuran "atalar"ı kutsayan bu milliyetçilik, Osmanlı tarihini üstün bir ırkın kendi değerlerine uygun olmayan inançlara kapılarak özünden uzaklaştığı bir karanlık çağ olarak kavramsallaştırmıştır.
Bu nedenle hatırlanamamaktan da öte tahayyül de edilemeyen, somutlaştırılamayan bir "parlak geçmiş" ile "kurucu atalar" ve "kuruluş mitleri"ne sahip olan bir toplum yaratılmaya gayret edilmiştir. Bu tarihle kendilerini ilintilendirmekte fazlasıyla zorlanan bireylere de toplumsal belleğin hatırlayabildiği geçmişi reddetmeleri telkin olunmuştur. Bunun pek çok yeni rejimin yaptığı türden bir devr-i sâbık değil tarihsiz bir toplum yarattığı gözden kaçırılmamalıdır. Türk Tarih Tezi anlamsızlığındaki bir yaklaşımın verdiği zararın akademik tahribatla sınırlı kaldığı zannedilmemelidir.
Yaşanan toplumu antropoloji üzerinden "tarihten önce var olan" atalarla ilintilendirmesine karşılık yakın geçmişle kavga ettiren milliyetçiliğe duyulan tepkiler ise Osmanlı tarihinin romantik bir yaklaşımla "her şeyi ile iyi" bir zaman dilimi olarak kavramsallaştırılarak toplumda günümüze kadar uzanan bir "tarihler savaşı" yaşanmasına neden olmuştur.
Somut ürün: Ulusalcılık
Türk Tarih ve Dil tezlerinin günümüzde mizahî amaçlarla kullanılmaları, fizikî antropoloji temelli milliyetçi ideolojinin günümüze yansıyan etkileri olmadığını düşündürmemelidir. Bahane bulucu tarihçilik tarafından savunulan tezlerin aksine bu ideoloji günümüz Türkiye'sinin kimlik sorunundan dinî-seküler çatışmasına, farklı kültürlerin reddinden tarihler savaşına uzanan pek çok sorununun temel nedenlerinden birisidir.
Günümüz "Türk ulusalcılığı" temel tezleri ve eylemleriyle söz konusu ideolojinin toplumun bir kesiminde ne denli derin etkiler yarattığını anlamamızı ve onu somut olarak gözlemlememizi mümkün kılmaktadır.
Bahane bulucu tarihçiliğin "aydınlanmamıza, laikleşmemize katkıda bulundu, sonra unutuldu gitti" yorumuyla övdüğü kuramların yarattığı sorunlara baktığımızda "keşke bu yolla aydınlatılmasaydık" diye hayıflanmamak mümkün değildir.