Felsefe tarihimizin önemli eserlerini büyük emeklerle yeni nesillere sunan Ali Utku ve Nevzat Yanık, 1911'de Baha Tevfik ve Ahmed Nebil tarafından yapılan çeviriye dayanarak, Ludwig Büchner'in Madde ve Kuvvet (Kraft und Stoff) kitabının transliterasyonu ile günümüz Türkçesine aktarımını gerçekleştirdiler.
Dindar Hıristiyanların İncil için kullandıkları, son dönem Türk edebiyatının önemli ürünlerinden birisinin ise başlangıç cümlesi olan "Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" ifadesinin hakkını veren modern kitaplardan birisi de hiç şüphesiz Madde ve Kuvvet çalışmasıdır.
Bu eser onu ya da bölümlerini okuyan bir neslin gerçekten de "hayatını değiştiren" bir kitaptı. Bu dönüşüm neticesinde, modern Türkiye'de insanlık tarihini bir "dinbilim" çatışması olarak sunan ilk kapsamlı kitabı kaleme alacak olan Adnan Adıvar'ın ifadesiyle "fikren en rahat" oldukları bir evreye geçen (Adıvar daha sonra bu "fikir rahatlığı"ndan kurtulmuştur) entelijensiyamız ve ulus-devlet kurucularımız, Madde ve Kuvvet'de özetlenen "bilimcilik"in temellerinden birisi olduğu bir ideoloji geliştirmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında Madde ve Kuvvet en kuvvetli etkisini toplumumuzda gösteren, hepimizin "hayatını değiştiren" bir kitap olmuştur.
Dinsiz, felsefesiz toplum
Ludwig Büchner, tüm felsefe akımlarına Schopenhauer ve Kierkegaard'ın Hegel'i eleştirirken vurguladıkları "Primum vivere deinde philosophari (önce yaşa sonra felsefe yap)" ilkesi çerçevesinde karşı çıkıyordu. Vülger materyalistlerin "ne kadar fosfor o kadar düşünce," "beyin karaciğerin safra ürettiği gibi düşünce üretir," "insan ne yiyorsa odur" benzeri vecizeleriyle ortaya konulan bu basitleştirici "bilimcilik," entelektüel olmayan ancak eğitimli toplum katmanlarını hedef alıyordu.
Madde ve Kuvvet'in bu katmanlardaki bireylere en yalın biçimiyle verdiği mesaj ise alabildiğine açıktı: İnsan ve diğer yaşam biçimleri arasındaki farklılık "niteliksel" değil "niceliksel" idi. Madde ile kuvveti ayırmak imkânsızdı. Her şey maddeden ibaretti. Dolayısıyla tek "ölümsüz" olan da dinlerin ileri sürdüğü gibi "Tanrı" değil maddeydi. Büchner'in söylediği gibi bunlar ilk defa dile getirilen tezler değillerdi. Benzer görüşler başta Antik Yunan ve Hint filozofları olmak üzere eski çağlardan beri pek çok düşünür tarafından ortaya konulmuştu. Ama "ilk kez bu açıklıkla" söylenebilmelerinin temel nedeni "deneysel bilim"e dayanmaları idi. Büchner ve arkadaşlarına göre bu materyalizm, son tahlilde, "modern bilimin zaferi"ni ortaya koyuyordu. Bu aynı zamanda insanlığın din ile olan binlerce yıllık ilişkisinin de sonunu getirecek, onu özgürleştirecekti.
Tüm sığlığı ve mekanikliğine karşılık bu materyalizmin on dokuzuncu asrın en etkili popüler düşünce hareketlerinden birisi olduğu şüphesizdir. Madde ve Kuvvet, çağı sarsan Türlerin Kökeni çalışmasından önce yayınlanmakla birlikte vülger materyalistler, Darwin'in tezlerini kendi "büyük kuramlarını" ispatlayan analizler olarak yorumlayarak onları bilimcilikleriyle eklemleştirmişlerdi.
Madde ve Kuvvet'in uyandırdığı ilginin kapsamını ve neden çağın kutsal kitabı haline geldiğini ancak onu dönem bağlamında ele alarak anlayabiliriz. Günümüz okuyucusuna fazlasıyla sığ gelebilecek bu metin, bilimin dinleştiği ve felsefeleştiği bir çağın ilmihali olma iddiasındaydı. Diğer bir ifadeyle bilim, dinsiz yeni toplumun "dini," felsefesiz bir yaşamın da "felsefesi" olurken, Madde ve Kuvvet bunun nasıl gerçekleşeceğini anlatan el kitabı vazifesini görecekti.
Bilimcilik, ideoloji ve siyaset
Büchner ölmeden önce Madde ve Kuvvet'in yirmi baskı yaptığını ve on yedi dile çevrildiğini görmüştü. Sansür tarafından yasaklanması nedeniyle Rusya'da elle çoğaltılmış binlerce nüshası gizli olarak okunuyordu. Turgenev'in Babalar ve Oğullar'daki Bazarov karakteriyle vurguladığı gibi Madde ve Kuvvet'in özetlediği bilimcilik ilk olarak Nihilizm'i doğurmuştu. Dimitri Pisarev'in eserlerinde görülen "bilimin eski toplumu yerle bir edeceği," yeni bir yaşam biçiminin temellerini atacağı tezi, Alman bilimciliğinin Rus Nihilistleri tarafından yorumlanışını özetliyordu. Nihilizmi doğuran vülger materyalizm daha sonra bu tür etkiler yaratamamıştı. Gabriele d'Annunzio benzeri faşist entelektüellerin bilimciliği kullanmaları bir sebeb sonuç ilişkisini ortaya koymuyordu. Zaten önde gelen bilimciler farklı siyasî görüşleri benimsemişlerdi. Örneğin Cenevre'de siyaset yapan Karl Vogt anarşizme ilgi duyarken, İtalya'da senatörlüğe getirilen Jacob Moleschott muhafazakâr bir çizgiye kaymıştı. Bunun nedeni "dinsiz ve felsefesiz" bir toplumu doğuracak büyük değişim sonucunda siyasetin önemsiz bir detay haline geleceğinin varsayılmasıydı. Ancak yarım asrı aşan bir süre popüler düşünceye egemen olan bilimciliğin hayal ettiği değişim gerçekleşmedi. Asır sonu entelektüel inancının tersine dinler yok olmadılar. Bilimciliği kendi "diyalektik materyalizm"lerine kıyaslayarak "vülger" olarak nitelendiren Marx ve takipçileri, onu sığ bir "idealizm" olarak mahkûm ettiler (bilimciliği 1970'lerde Doğu Almanya'da rehabilite etme çabaları netice vermedi). Yeni Kantçılık hareketinden itibaren tüm felsefî akımlar ise bilimciliği "her şeyin madde olduğu ötesinde bir tezi olmayan," toplumu felsefesizliğe sürükleyecek bir akım olarak eleştirdiler.
Bilimciliğin şaşırtıcı zaferi
Büchner 1899'da öldüğünde gelecekte "gerçek"in peygamberi olarak anılacağını düşünüyordu. Bu gerçekleşmemekle birlikte, Madde ve Kuvvet'in özetlediği bilimcilik, yaratıcılarının akıllarından hiç geçmeyen bir toplumda kurulan yeni bir yapının temelini oluşturacaktı. 1880'lerden itibaren bu kitabın bölümlerini daha sonra ise tamamını okuyarak "hayatı değişen" bir neslin mensupları, bilimciliği Felsefe Mecmuası'nın yazılarından Ömer Seyfeddin'in hikâyelerine ulaşan bir alanın egemen düşünce sistemi haline getirmişlerdi. Bu toplumun geneli göz önüne alındığında oldukça ufak bir alandı, ama içine aldığı eğitimli kitle daha sonra bir ulus-devletin kuruluşunda liderliği üstlenecek, Avrupa'da "vülger" sıfatı yakıştırılan bu akım onlar aracılığıyla yeni yapılanmanın "yüksek fikriyâtı" ve kurucu ideolojisinin dayanaklarından birisi haline gelecekti. Bunun doğal sonucu "felsefesiz" bir topluma dönüşmek ve "bilim"in kendi ahlâkını yaratmasını beklemekti. Gerçekten de bir kitap bir toplumu ancak bu kadar değiştirebilirdi.