Sabancı Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen "Türkiye'de Demokrasi Algısı" konulu saha araştırması fazla şaşırtıcı olmayan bir sonucu ortaya koydu. Toplumumuzun kendisi de ülkedeki demokrasinin seviyesinden memnun değil ve buna ancak geçer bir not (10 üzerinden 5.03) takdir ediyor. Bu ise bütün bir asrı katılımı artırmaya yönelik reformlar yapmakla geçiren, bir anayasayı 1876'da yürürlüğe koyan, parlamentoyu ertesi yıl toplayan, 1908-1912 arasında ciddî birçok partili deneyim yaşayan, bağımsızlık savaşını konvansiyonel karakterli bir meclis denetiminde gerçekleştiren bir geleneğin mirâsçısı ve 1950'den bu yana serbest seçimlerin yapıldığı, siyasî iktidarların seçimle değiştiği bir ülke için oldukça başarısız bir nottur.
Bu açıdan bakıldığında, anayasacılık tarihi 1812'ye uzanmakla birlikte daha sonra oldukça kısa demokratik dönemler geçiren İspanya, 1822'de Amerikan anayasasını takliden liberal bir toplumsal anlaşma metni ortaya koymasına karşın akabinde askerî diktatörlükler ve korporatist rejim altında yaşayan Portekiz benzeri ülkelerden daha kötü olmayan bir karneye sahip olan Türkiye'nin, demokrasi kalitesi alanında, 1989 Sonbaharı sonrasında uzun süreli baskı rejimlerine son veren Doğu Bloku ülkelerinin bile gerisinde kalması kabullenilmesi oldukça güç bir durumdur.
Bu konuda ilişkisiz tarihselleştirmeler yapılması, ya da "Müslüman toplumlarda demokrasinin yerleşmesinin zor olduğu" benzeri özcü (essentialist) yorumlara başvurulması açıklayıcı olmamaktadır. Tekrar etmemiz gerekirse tarihî açıdan Türkiye'nin karnesi, kıyaslamalar yapıldığında, hiç de zayıf değildir. İttihad ve Terakki'nin baskıcılığa yönelmesi ve Tek Parti Dönemi, aradaki parantezleri çıkartmaz ve 1946-50 arasını da dahil edersek, toplam otuz sekiz yıllık bir süreye tekâbül etmektedir. Bu ise yaklaşık kırk yılı Franco ve Salazar diktatörlükleri altında geçiren İspanya ve Portekiz ile benzeri süreleri baskı rejimleri içinde yaşayan Doğu Bloku ülkelerininkinden daha uzun bir zaman dilimi değildir. Bu rejimlerin yerini çoğulcu ve demokratik düzenlerin alması ise Türkiye'ye nazaran çok daha yakın dönemlerde gerçekleşmiştir.
Benzeri şekilde Türkiye'nin nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke olması nedeniyle demokratikleşme alanında geri kaldığı iddiasını delillendirmek oldukça zordur. Osmanlı/Türk anayasacılık ve demokrasi hareketlerine baktığımızda , ulemâ, İslâmî kurumlar ve entelektüellerin bu hareketlere Katolik Kilisesi ile kıyaslandığında çok daha fazla destek verdikleri ve karşı çıkmadıkları görülür.
Dolayısıyla yabana atılamayacak bir mirâs üzerine inşa ettiğimiz, altmış yılı dolduran demokrasi deneyimizin nisbî başarısızlığı sonucunu doğuran farklı nedenlerin tartışılması gereklidir. Bu alanda diğer belirleyicilerin yanı sıra iki temel unsurun etkili olduğuna değinmek gereklidir. Bunlardan birincisi sınırlı demokrasinin toplumun hatırı sayılı bir kısmı tarafından iki büyük felâket senaryosunun engellenmesi alanında yararlı olduğunun düşünülmesidir. Ülkenin etnik bir eksende bölünmesi ve din temelli bir rejimin ülkeyi ele geçirmesi olarak tanımlanabilecek bu iki senaryo nedeniyle, Türk seçkinlerinin ve üst-orta şehirli sınıflarının hatırı sayılır bir kısmı sınırlı demokrasinin topluma en uygun rejim olduğunu düşünmektedir. Bu aynı zamanda Türk vesayetçiliğinin de düşünsel arka plânını oluşturmaktadır.
Bu nedenle toplumun ciddî bir bölümü demokrasinin sınırlı olmasının yararlı olduğu düşüncesini içselleştirmiş olup, söz konusu sınırların ortadan kaldırılmasını tehlikeli görmektedir. Bu kesimler sınırlı demokrasi özlemini bir "cumhuriyet-demokrasi" ikilemi yaratarak kavramsallaştırmaktadır. Onların bir yandan tabuları ortadan kaldıran, her konuyu tartışmaya açan bir demokrasiyi toplumun geleceği açısından ciddî bir tehdit olarak görüp, vesayetçilikten medet umarken, öte yandan da demokrasinin kalitesinden şikâyetçi olmaları ilginçtir.
Demokrasi deneyindeki sınırlı başarının diğer belirleyicisi ise toplumun kuruluş dönemini tarihselleştirememesi bunun yerine o süreci idealleştirmesidir. Söz konusu dönemin ulus-devletin kuruluşunun gerçekleştiği bir zaman dilimi olması, yeni devletin temellerinin bu sırada atılmış bulunması onun demokrasiyle ilişkisi olmayan bir süreç olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Yapılması gerekli tarihselleştirme genellikle varsayıldığı gibi bir redd-i mirâs olmak zorunda değildir. Amerikalılar, devletlerinin kuruluş dönemlerinde var olan ırk ayrımı ve esarete sahip çıkmamakla, dönemi altın çağları haline getirmeyip tarihselleştirmekle geçmişlerini reddetmiş, kurucularına hakaret etmiş olmamaktadırlar. Söz konusu tarihselleştirmenin yapılmaması ise demokratikleşme önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Parlak geçmişi "tek parti rejimi" olan, günümüzü "bu idealden sapma" olarak gören bir toplumun gerçek anlamıyla demokratikleşmesi imkânsızdır.
Bu tahlilde vurgulamaya çalıştığımız gibi ciddî bir demokrasi karşıtlığı barındırmayan Türk toplumunun, olumlu mirâsına karşın, altmış yıldır demokratikleşme alanında kısıtlı yol alabilmiş olmasının temel nedeni tarihî ve kültürel nedenlerden çok korkular çerçevesinde kavramsallaştırılan "sınırlı demokrasi" arzusudur. Bir misâl vermek gerekirse, 12 Eylül rejiminin toplumumuza bir deli gömleği giydirdiği doğrudur. Ama bu gömleğin yaklaşık otuz yıldır çıkarılamaması da açıklanmaya muhtaçtır. Doğu Avrupa rejimleri bu tarihten sonra yıkılmışlar, ancak bu ülkeler demokrasilerini toplumumuzunkinden daha yukarı bir seviyeye yükseltmeye muvaffak olmuşlardır.
Sınırlı demokrasinin, vesayetin söz konusu korkulara çare olmadığının da altını çizmek yararlı olur. İlk tabu nedeniyle, "Kürt" kelimesinin ağıza alınmasını tehlikeli bulan bir demokrasi, Türkiye'yi bugün bölünmenin eşiğine getirmiştir. İkinci sınıf vesayet demokrasisinin bireyselleştirilmeyen dindarlığı "tehdit" olarak görmesi ise toplumumuzu sonu gelmez bir çatışmanın içine soktuğu gibi inancı siyasî bir eğilim haline sokmuştur.
Unutulmamalıdır ki, sınırları, tabuları, konuşulamaz ve tartışılamazları olmayan bir demokrasi fikri içselleştirilmez ve kuruluş dönemi tarihselleştirilmezse en liberal anayasanın bile demokrasimizin kalitesini yükseltmekdeki etkisi sınırlı kalacaktır.