Evvelâ şu hususu altını çizerek belirteyim ki, 'faiz' konusunda İslâm'ın koyduğu kaidelere imanım tamdır. Faiz kötü bir hastalıktır ve ekonomik değişim sonucunda bütün dünyanın bu gerçeğe ulaşacağına inanıyorum.
Lâkin, piyasa ekonomisinin ve kapitalist sistemin mevcut şartları çerçevesinde ne yazık ki faizi bir ekonomik enstrüman olarak kullanma mecburiyeti vardır.
Küreselleşmiş bir dünya ekonomisinden tecrit edilmiş bir ekonomi uygulayamazsınız.
***
Merhum
Prof. Dr.
Sabahattin Zaim Hocamız,
İslâm ekonomisini çok güzel izah ederdi. İslâmî hükümlere uygun bir ekonominin nasıl gelişmeye ve büyümeye yöneleceğini izah ederken, faizin, lüks tüketim ve israfın haram olması, birikimin de kırkta birlik zekât mecburiyeti sebebiyle rasyonel bulunmaması neticesinde, tek yolun yatırım yapmak ve ekonomik refahı geliştirmek olduğunu ne güzel anlatırdı. Rahmetli
Özal da, rahmetli
Erbakan da faize karşı idiler.
Başbakan Erdoğan da faize karşı olmakta haklıdır ve bir zamanlar yüzde 100'ün üstüne çıkan faizleri kendi icraat döneminde, tek haneli rakamlara düşürerek büyük bir ekonomik başarıya imzasına atmıştır.
***
Kapitalist piyasa ekonomisinin en zayıf tarafları
'faiz' ve
'kriz' hastalıklarıdır.
Yüksek faiz oranları üretim maliyetini arttırır ve enflâsyonu körükler. Ancak,
'kortizon' nasıl çok önemli yan tesirleri olan, bir bakıma zehir kabul edilen bir ilaç olduğu halde tıpta kısa zamanda kurtarıcı sonuçlar almak için kullanılıyorsa,
'faiz politikası' da tıpkı bunun gibi piyasa ekonomisinin kaçınılmaz ilâçlarından biridir.
Kurun çok hızlı yükselişi, âdeta yüzde 30 civarında bir nevi fiilî devalüasyona yol açmışken
Merkez Bankası'nın bu tablo karşısında seyirci kalması mümkün değildir. Bu gibi durumlarda piyasa başıboş bırakılırsa, tüketicilerin önünde; gayrimenkule yönelme, tahvil satın alma, altına ve dövize talep artışı ile faizi arttırıldığı takdirde mevduat tercihleri vardır. Bu yüzden son dönemde, gayrimenkul ve altın piyasası karıştığı ve faiz oranları düşük olduğu için, rasyonel davrandığı varsayılan tüketici, dövize ve özellikle
ABD Merkez Bankası'nın politikaları sonucunda dolara yönelmiş; böylece sunî bir kriz yaşanmıştır.
Tabiatıyla bu krizin esas sebebi,
Türkiye'nin ekonomik başarısını hazmedemeyen
Türkiye düşmanlarının 2013 yılı boyunca her türlü melaneti kullanarak aleyhte çalışmaları ve içerideki muhalif çevrelerin buna âlet olmalarıdır.
Özellikle, halkın sırtından kolay ve haksız kazanç sağlayan rantiye odakların bu uydurma krizin ortaya çıkmasında büyük rolü vardır.
***
Ben,
1969 devalüasyonu ve ekonomik tedbirleri ile
24 Ocak Ekonomik istikrar tedbirlerinin alınmasında bizzat çalıştım. Şunu kesin olarak ifade edeyim ki, bu gibi hâllerde sadece piyasadaki döviz miktarını arttırarak netice alınamaz.
Merkez Bankası'nın -biraz da gecikerek- yaptığı gibi, faiz politikasının kullanılması şarttır. Bu kortizonu hastaya vermeli ve ilk tedaviyi yapmalıyız. Ancak bu sayede dövize olan talebi azaltabilir, piyasanın ateşini düşürebilir ve tüketicileri mevduata yönlendirebilirsiniz.
Uygulanan doğru ekonomik ve malî politikalar neticesinde, özellikle körüklenen bu sunî kriz kısa sürede çözümlenebilecek ve 2014'te inşaallah
Türkiye ekonomisi en az yüzde 6 seviyesinde büyüme hızı ile yeni rekorlara imzasını atacaktır.
Bu krizin senaristleri, yapımcıları, yönetmenleri ve figüranları ile gerçek yolsuzluğu yapan rantiye faiz lobisi de avucunu yalayacaktır.
Son olarak, faiz hastalığından kurtulmuş bir dünya diliyorum.