Cumhurbaşkanı Gül'ün, TBMM'nin yeni yasama yılının açılışında tekrarladığı, ABD'deki konuşmasında 'Gezi Olayları' hakkındaki değişik yorumu, bu olaylara karşı tepkili olan halkın büyük çoğunluğu tarafından hoş karşılanmadı. Aslında Gül, konuşmalarında 'Gezi Olayları'nın haklılığını savunmamış; Türk demokrasisinin, gelişmiş ülke demokrasilerinde benzeri olayların görüldüğü 'yeşili koruma' gibi sebeplerle halkın sesini yükseltebildiği bir demokrasi olduğunu vurgulamak ve dünya kamuoyunda Türkiye aleyhinde oluşturulmaya çalışılan intibayı değiştirmek istemişti. Cumhurbaşkanımızın iyi niyetine rağmen, 'Gezi Olayları'ndaki iç ve dış komploların varlığı, bu izah tarzının -dış câmia haricinde- kabul görmemesine sebep olmuştur.
Lâkin, Türkiye aleyhindeki çevrelerin, içeriden CHP'nin sorumsuz muhalefetini de kullanarak Türkiye'yi 'otoriter' bir rejim içinde gösterme çabaları devam etmektedir.
***
Türkiye'deki millet iradesine dayanan seçilmiş demokratik iktidarı devirmeye yönelik ve tamamen kötü niyetli siyasî emellerle yapılan
'Gezi Olayları',
Başbakan Erdoğan'ın basireti ve kararlılığı sâyesinde amacına ulaşamadan söndürülmüş ve antidemokratik bir müdahale önlenmiştir. Bu başarıda
İçişleri Bakanı Muammer Güler'in ve ekibinin de büyük emeği vardır. Özellikle, bazen
'orantısız güç' kullandıkları iddia edilen
'polis' de çok zor şartlar altında görevini yapmıştır.
Ekim ayında, üniversitelerin de açılmasıyla tekrar önceki olaylara benzeyen olayların daha şiddetli olarak yapılacağı, olayların odağındaki
CHP'liler,
Ergenekon sanıkları, demokrasi karşıtı ulusalcı medya ve terör örgütleri tarafından açıkça ifade edilmiştir. Bu durumda, asayiş ve huzuru sağlamakla görevli mercilerin yetkilerini ve imkânlarını artırmak istemesini anlayışla karşılıyoruz. Esasen, 2005'te yeni
CMK yapılırken de yazdığım gibi, özetle; savcının
'yazılı emri' şartı kısıtlayıcı olmuş ve polisin yetkileri gereğinden çok fazla kısıtlanmış; bu da asayiş zaafına yol açabilmiştir.
***
Başbakanlık Müsteşarı iken, merhum
Özal'ın,
'Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu'nda yapmak istediği bazı değişikliklere,
'İnsan haklarını kısıtlayacağı' gerekçesiyle karşı çıkmıştım. 1970'li yılların şehirlerdeki terör olaylarına karşı mücadelede polisin yetkilerinin yeterli olmadığı şeklindeki tezin tesiri altındaydık. O günlerde, suçla mücadele ile kişi hak ve hürriyetleri arasındaki dengenin haklar aleyhine bozulmaması gerektiğini savunmuş ve rahmetli
Özal'ı bu konuda ikna etmiştim.
Son yıllarda
CMUK'ta (
CMK) yapılan değişiklikler, hep kişi hak ve hürriyetleri lehine gerçekleşti. Hâtta, şimdi haklılığı daha iyi anlaşılan itirazlarım dikkate alınmadan kantarın topuzu kaçırıldı.Ancak, içinde bulunduğumuz iç ve dış siyasî dengeler, -yeni bir şiddet ve terör dalgasının hazırlanmakta olduğunu bilsek de- polisin yetkilerini arttırma bakımından uygun değildir.
Başbakan Erdoğan'ın dahi haberdar olmadığı böyle bir kanun tasarısı ya da teklifi,
Türkiye'nin otoriter bir anlayışla yönetildiğini iddia eden iç ve dış çevrelere koz vermiş olacaktır.
***
Polisimizi çok seviyoruz ve destekliyoruz... Birçok sorunları olan bu çilekeş vatan evlâtlarına sahip çıkılmasını istiyoruz. Lâkin bunun yolu, yanlış bir konjonktürde
'yetki arttırımı' değildir.
Geliniz hep beraber polisin en tabiî haklarını verelim. Poliste gerçek bir
'fazla mesai' uygulamasına geçelim; haksız şekilde düşük olan
'ek gösterge'yi 3600'e çıkaralım; yeni bir
'yan ödeme' imkânı ihdas edelim; 8-24 sistemi ile dinlenebilmesini sağlayalım; emekliliğinde maaşı üçte bire düşen polisimizi süründürmeyelim...
Kısaca,
'sahipsiz' polisimize sahip çıkalım.