2012'nin ilkbaharıydı. Kalbimden üst üste iki ciddî ameliyat geçirmiştim. Suriye diktatörü Esad'ın gene kudurduğu günlerdi. Suriye'ye derhal müdahale edilmesi gerektiğini düşünüyor, aksi halde geç kalacağımızdan endişe ediyordum. Hiç unutmam, elimi yarama bastırarak hastaneden kaçtım ve Türkiye'nin karar sahibi yöneticilerinden olan arkadaşımın evine gittim. Suriye olaylarının tahlilini yaptım ve derhal müdahale etmemiz gerektiğini anlattım. Muhatabım, haklı olduğumu ve kendisinin de aynen benim gibi düşündüğünü ifade edip konuyu Başbakan'a arz edeceğini söyledi.
2012'nin Nisan ayından beri aynı şeyleri düşünüyor ve sayısını unuttuğum yazılarımda bunları belirtiyor; başka çıkar yol bulunmadığını delillerimle içim kan ağlayarak anlatıyorum. Devleti, devlet işlerini bilmeyen ve kulaktan dolma yanlış bilgi ve ezberledikleri birkaç tekerlemeyle beni 'şahin' olarak itham eden köşe yazarları günü değerlendirmenin ötesine bir türlü gidemeyip olabilecekleri önceden göremediler. Aslında politik vizyonları geniş olduğu halde devlet adamlarımız da tarihî misyonlarının icabını yapıp risk almaya bir türlü cesaret edemediler. Halbuki özellikle dış politikada risk almazsanız büyük idealler için hak sahibi olamazsınız.
Ne yazık ki aynı tereddüt 1 Mart Tezkeresi'nde de gösterilmiş, hem Irak'taki Müslümanlar, hem de millî güvenliğimiz için bu hatâmız çok aleyhimize olmuştu.
***
Hep söyledik ve yazdık:
Suriye'nin eli kanlı diktatörü
Esad ve
Baas diktasını devirmek için çok fazla sebebimiz vardı. Yüzbinlerce
Müslüman kardeşimiz ve soydaşımız alçakça şehit ediliyor; 3.5 milyon
Türkmen kardeşimiz imdatlarına yetişmemizi bekliyordu.
Suriye ile 900 km. sınırımız vardı. Millî güvenliğimiz yamalı bohçaya çevrilmiş, sınır şehirlerimiz kaza süsü verilerek bombalanıyor, teröristler kaçakçı hüviyetiyle saldırıyordu. Bir uçağımız haince düşürülmüş ve dikta yönetiminin bu alçaklığı itirafına rağmen cevap verememiştik. Sonunda gözümüzün önünde kimyasal silah kullandılar ve bizi de tehdit altında bıraktılar. İki seneden fazla bir zamandan beri devam eden bu katliamda 200 bine yakın kişi can verdi, yüzbinlerce insan yaralandı ve milyonlarca
Suriyeli göçe zorlandı. Şimdi, kırmızı çizgimize rağmen 1 milyona yakın
Suriye mültecisini barındırıyoruz.
En önemlisi de şimdiye kadar çoktan
Suriye meselesini bizzat çözmeye ve
Esad'ı devirmeye muktedir olmamıza rağmen,
ABD ve ileri gelen
Avrupalı müttefiklerine, kurulacak güçlerine
Türkiye'yi de katmaları için ricada bulunuyoruz. Bu durum küresel dış politika aktörlüğü iddiamıza yakışıyor mu?..
***
Açıkça altını çizerek belirtiyorum. Eğer hâlâ kaçırmamışsak, bu
Türkiye için son fırsattır. Devletimizin elinde, kimyasal silah depoları da dâhil olmak üzere her türlü bilgi vardır.
Türk Ordusu, bu meseleyi hiç zayiat vermeden birkaç günde halledebilecek güce sahiptir. Bırakınız koalisyona dâhil olmak için ricada bulunmayı,
Türkiye hiç beklemeden
Suriye'ye müdahale etmeli;
Esad'ı devirerek
Suriye'deki katliamı ve iç savaşı durdurmalı ve
Esad sonrası yönetimin teşekkülünde birinci derecede söz sahibi olmalıdır.
Bunun için
ABD ve
Avrupa'yı beklemek şöyle dursun, bilakis bizzat müdahale etmek lâzımdır. Aksi takdirde, dış politikadaki büyük hayallerimize ve hedeflerimize veda etmemiz gerekir.