Aslında son günlerde Resulayn'da PKK-PYD'nin yaptıklarını açıklamak için doğru kelime 'emrivâki' değildir. Zira emrivâki, beklenmeyeni oldubittiye getirerek kabul ettirmeye çalışmaktır.
Halbuki sadece bendeniz Suriye Krizi'nin çıkmasından bu yana PKKPYD'nin muhtemel emrivâkisini ve Barzanî'nin hesaplarını onlarca defa yazıp çizmiştim.
El insaf!... PKK terör örgütünün bir kolu gibi çalışan, Suriye'deki PYD'nin, en fazla 1 milyon civarındaki Kürtleri istismar ederek Türkiye-Suriye sınırındaki 800 km.lik hattı ele geçirip başımıza belâ olacağının bilinmemesi mümkün müdür?...
Üstelik bu planda diktatör Esad'ın tertiplerini görmemek için nasıl bir dışişleri ve istihbarat zaafı söz konusu olabilir?
Haydi diyelim ki, Suriye'deki eli kanlı dikta yönetimine ve yaptıkları zulme karşı, 'Seyirci kalmayacağız!' deyip tepkimizi en sert şekilde ortaya koyduk ve muhalifleri desteklemeye çalıştık. Lâkin, uçağımızı düşürdüler, pilotlarımız şehit oldu; sınır ilçelerini bombaladılar ve vatandaşlarımızı öldürdüler; Reyhanlı'da bomba patlattılar ve çok sayıda vatan evlâdını şehit ettiler, sesimizi çıkarmadık. İsrail bile Şam'ı bombaladı, biz seyretmekle iktifa ettik. Suriye'de iki senede 100 binden fazla insan öldürüldü; dindaşlarımız, soydaşlarımız perişan edildi. Sadece Türkiye'de 300 binin üzerinde mülteci yaşıyor...
Hangi birini sayayım?...
***
Erdoğan-Gül ve
Davutoğlu üçlüsünün dış politika ufkunu, bakış tarzını, stratejik derinliklerini, arkalarına tarih ve kültürü koyarak uyguladıkları
'küresel diplomasi'yi başlangıçtan itibaren destekledim.
Son olarak, çeşitli meseleler doğurabilme ihtimaline karşılık,
Mısır'daki darbeye karşı çıkmalarını da candan destekliyorum.
Lâkin, darılmasınlar, kırılmasınlar ama dış politikamızı idare edenler, doğru bir vizyondan bakarak isabetli teşhislerde bulunmalarına ve doğru karar vermelerine rağmen, bu doğru kararları kuvveden fiile çıkarırken çok mütereddit davranıyorlar ve gecikiyorlar.
Bunun en tipik üç örneği,
'1 Mart Tezkeresi' sırasında yaşananlar; terörle mücadelede gerekli sınır ötesi faaliyetlerdeki tutukluk ve son olarak da
Suriye'ye müdahale konusundaki gereksiz gecikmeler ve tereddütlerdir.
***
Beni
'şahin' görüp
'güvercin' gibi
Ortadoğu'da dış politika yürütmeye çalışanlar,
'Buraları bizden sorulur!' havasından vazgeçmek mecbûriyetindedir. Geçen yıl
Türkiye'nin
Suriye'ye müdahalesini isteyen
ABD, artık bu konuda ters tavır alıyorsa, bu durum
Türkiye'nin
Ortadoğu'daki üstünlüğünün tartışılmaya başladığının bir göstergesidir.
Peki o halde neler yapılmalıdır?
1. Türkiye, hiçbir ittifaka dahil olmadan, yalnız başına
Suriye'ye müdahale etmeli ve diktatör
Esad'ı devirmelidir.
2. Suriye'deki katliam ve iç savaş ancak bu şekilde sonlandırılabilir.
3. Türkiye,
Suriye'nin parçalanmasına ve ayrı bir
Nusayri ve
Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkmalı; aksi takdirde
Halep-Humus-Lazkiye üçgeninde bir
Türkmen devletinin kurdurulması kozunu kullanmalıdır.
4. Türkiye-Halep arasındaki bölge, önce hava sahası kapatılarak, sonra karadan
'güvenli bölge' haline getirilmelidir.
5. Diktatör
Esad ve çevresi süratle tesirsiz hâle konulmalıdır.
***
Bunun gibi, yazmaktansa uygulamanın geçerli olduğu binlerce tedbir vardır. Şimdi artık,
Başbakan Erdoğan'ın dış politikada da
'Ya Allah, bismillâh!' demesini bekliyoruz.