Sevgili okuyucular, bizim askerimiz hukukî ve kanunî dayanaklara çok önem verir. Darbecilerimiz bile bir yandan hukukun ve Anayasanın ırzına geçerken, diğer yandan kendilerine güya hukukî gerekçeler icat etmeye çalışırlar. Bunların ağababaları 27 Mayıs darbecileri, 'TSK İç Hizmet Yönergesi'ni darbenin yasal dayanağı olarak gösterince alaya alındılar. 'Bir iç yönetmeliğe dayanarak ihtilâl mi yapılırmış?' yolundaki istiskal karşısında alelacele 'Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nu çıkardılar. Kanun, öylesine jet hızıyla hazırlanmıştı ki, Genel Gerekçesi ve madde gerekçeleri dahi yoktu. Böyle olunca da meşhur 35. maddesindeki, 'Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamaktır' ifadesinin ne anlama geldiği tam olarak anlaşılmıyordu. Bu ifade, idare ve anayasa hukukçularına göre 'dış savunma' ile ilgiliydi. Lâkin, sanki kanun Anayasa'nın üstündeymiş gibi, hem 27 Mayıs'ta hem de 12 Eylül Darbesi'nde yasal dayanak(!) olarak gösterildi. 12 Eylül'de yayınlanan Darbe Konseyi bildirisinde aynen, 'TSK, kendisine İç Hizmet Yasası ile verilmiş olan tarihî görevini(...)' denilmekteydi.
***
Amacı ve kapsamı tamamen farklı bir iç hizmet kanunuyla Anayasa iğfal edip demokratik rejime askerî müdahalede bulunulabileceğini düşünmek dahi hiçbir mantığın kabul etmeyeceği bir durumdur.
Lâkin ne acıdır ki, darbe gerekçesi yapılan bu kanun maddesi yarım yüzyıldan beri yürürlüktedir. Bu rezaletin kaldırılmasıyla
'militarist vesayet' tamamen tasfiye edilecek ve
'Demokles'in kılıcı',
'demos'un (halkın) üzerinden indirilecektir.
Değerli dostum
Recep Kırış,
BBP'de ve
ANAP'ta milletvekilliği yapmış tecrübeli bir hukuk ve siyaset adamıdır.
35. madde konusunda
TBMM'deki kanun tâdili hakkında benim de kendisine her noktasıyla iştirak ettiğim bir değerlendirmesini özetle yayınlıyor ve milletvekillerinin dikkatlerine sunuyorum:
"Tasarıda yeni 35. madde, '
Silahlı kuvvetlerin vazifesi, yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak...' şeklinde başlıyor. Bize göre bu ifadeler,
TSK'nın vazifesini olabildiğince genişletmeye ve durumdan vazife çıkarmaya çok müsait bir kapsam sunuyor. Çünkü yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikeler o kadar çoktur ki... Bunlar siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, biyolojik, psikolojik, elektronik, akademik, informatik, diplomatik, ideolojik hatırınıza gelmeyen her şekilde olabilir.
O bakımdan bu bölüm,
'Yurt dışından gelecek askerî tehdit ve tehlikelere karşı' şeklinde değiştirilmeli ve kapsam netleştirilmeli, sınırlandırılmalıdır.
İç Hizmet Kanunu ile ilgili yeni tasarıda
, 'Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları siyasî faaliyette bulunamaz' deniyor. İyi, güzel de siyasî faaliyetlerde bulunamaz denmesine rağmen bulunursa ne olur? Bir şey olmaz. Çünkü cezası, neredeyse yok hükmündedir.
1632 Sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun bu konuyla ilgili hükümleri aynen şöyledir: (Madde 148)
'Siyasî faaliyetlerde bulunanlar, bir aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.'
Bu cezalar son derece yetersizdir. Çünkü cezalar çoğunlukla alt sınırlardan hükmolunur. Bir aylık bir cezanın ise hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu sebeple, siyasî faaliyette bulunan askerler için öngörülen cezanın alt sınırı en az iki veya üç yıl olarak değiştirilmelidir. Zaten ceza kanunlarına bakarsak genelde üst sınırı beş yıl olan cezalarda alt sınır, ya iki ya da üç yıldır.
'Bir aydan beş yıla kadar' ifadesi,
'üç yıldan beş yıla kadar' veya
'iki yıldan beş yıla kadar' şeklinde değiştirilirse, işte o zaman caydırıcı olabilir.
Bu da yeterli değildir. Ek olarak,
TSK mensuplarından siyasî faaliyetlerde bulunanlar askerî mahkemelerde değil, mutlaka sivil mahkemelerde yargılanmalıdır."