Bir toplumda siyasî sistemin oluşması, değişmesi ve dönüşmesi, toplumdaki siyaset dışı sosyal ve kültürel sistemlerin tesiriyle meydana gelir. Bu süreç ne kadar zorlanır, hızlandırılırsa da kısa sürede sonuçlanan bir süreç değildir. Bunun için, demokratik şekilde gelişen bir hükûmet sisteminde, birdenbire başkanın tesirinin hiç olmadığı parlamenter sistemden, tamamen değişik özelliklere sahip bir başkanlık sistemine geçilmesi mümkün olamaz. Eğer nihaî hedef ABD Başkanlık Sistemi'ne doğru yol almaksa bütün sosyal, kültürel ve siyasî kurumları olgunlaştırarak yerli yerine oturtmak gerekir. Aslında 1982 Anayasası, Cumhurbaşkanı'na tanıdığı olağanüstü yetkilerle parlamenter sistemin sınırlarını zorlamıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ve 2010 Referandumuyla yapılan değişiklikler eklenince, ortaya kendiliğinden 'Yarı Başkanlık Sistemi'ne benzer bir tablo çıkmaktadır.
AK Parti tarafından Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na sunulan 'Türk Başkanlık Sistemi' modeli tetkik edildiğinde son derece dikkatle ve hassasiyetle hazırlanmış bir hükûmet sistemi modeli olduğu görülmektedir.
Bu Başkanlık Sistemi modelinin, Tam Başkanlık ile Yarı Başkanlık Sistemleri arasında bulunduğu ve Türkiye'nin yapısına aykırı olmayan özellikler taşıdığı görülebilir. Bu sistemin uygulanmasıyla, vesayet rejiminin mevcut siyasî sistemin gelişimini önlemesi; sivil ve askerî bürokratik egemenliğe imkân vermemesi; Cumhurbaşkanı'nın parti üyeliklerinin devam edebilmesi; güçlü bir yürütme erkinin yanında onu dengeleyen yasama ve yargı erklerinin güçlülüğü, bu 'Türkiye Tipi Başkanlık Sistemi'nin müspet özelliklerinden birkaçıdır. Modeldeki Cumhurbaşkanı'nın, hâlen mevcut sözümona parlamenter sistemimizdeki Cumhurbaşkanı'ndan farklı olarak 'genel siyaseti yürütme' dışında ilâve bir yetkisi ve görevi yoktur.