Ben, bürokrat, siyasetçi ve yazar olarak yarım asırdır AB'yi savunuyorum. Hayatımın hiçbir döneminde körü körüne 'Batıcı' olmadım ve Batı mukallitliğine saplanıp kalmadım. Tam aksine tarih perspektifine sahip bir Türk aydını olarak son iki yüzyıl boyunca Batı'nın çıkarcı ve saldırgan politikasını yakından inceleme fırsatını buldum.
Buna mukabil, yarım asırdan fazla bir müddetten beri süren Ortak Pazar/ Avrupa Ekonomik Topluluğu/ AB mâceramızı sabırla takip ediyor ve hâlâ desteklemeye devam ediyorum. Başbakan'ın dediği gibi 'Bizim AB hedefimizde bir sapma yok'. Lâkin AB, Türkiye'yi, mantıklı sebep göstermeden uydurma bahanelerle kapısında bekletmeye devam ediyor. İşin aslında, Avrupa'nın bir türlü kurtulamadığı Haçlı zihniyeti ve Türk korkusuna ilâve olarak siyasî ve ekonomik endişeleri de bulunuyor. Bu gidişle, yarım asırlık bekleyişimizin daha da uzayacağı tahmin edilebilir.
***
Türk Milleti, son yıllara kadar
AB'ye girmeyi büyük çoğunlukla ve samimiyetle istiyordu. Bu talebin başlıca iki ana sebebi vardı:
Birincisi, darbecilerin baskısından ve müdahalesinden kurtulmak; böylece
Avrupa'daki demokratik rejime ve insan hak ve hürriyetlerine ulaşmaktı. Nitekim
AB müzakerelerinin başlaması, askerî müdahaleler bakımından caydırıcı tesir icra etmiştir.
İkincisi,
Türk ekonomisinin
Avrupa'daki refah ve gelişmişlik seviyesine erişebilmesini sağlamaktı. Ayrıca, istihdam imkânları ve serbest dolaşım gibi cezbedici avantajlar da vardı.
Lâkin, 2013 şartları,
Türkiye'de yaşayan insanımızın
'Avrupalı' olma ihtiyacını ortadan kaldırmıştır. Zira artık militarist vesayet devri sona ermiş ve darbeler dönemi kapanmıştır. Ayrıca,
AB ekonomik kriz içinde bocalarken,
Türk ekonomisi istikrarlı ve sağlıklı şekilde gelişmeye devam etmektedir. Gene,
Avrupa'daki işsizlik oranı yükselirken,
Türkiye'de azalmaktadır.
Kısaca, artık
Avrupa, makyajı akmış yaşlı fahişelere benzemiş ve cazibesini kaybetmiştir.
AB ve
Avrupa'nın özellikle kadîm ülkeleri,
Başbakan'ın son çağrısına uyarak artık süratle
Türkiye'nin üyelik işini tamamlamalıdır.
***
Esasen
AB'nin istikbali de pek parlak gözükmüyor.
Türkiye, makûl bir süre bekledikten sonra, üyeliğine karşı çıkan
Fransa ve
Almanya gibi ülkeler dışında,
İngiltere,
İtalya,
İspanya ve diğer bazı
Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebilecektir.
Başbakan Erdoğan'ın
'Şangay Beşlisi'ni telaffuz etmesinin sebebini politik olarak değerlendirmek gerekir. Bu ifadeyi, bir eksen kayması ya da demokratik sistem değişikliği olarak değerlendirmek yanlıştır. Ancak,
Başbakan Erdoğan'ın klâsik ittifakların haricinde anlaşmalara girmesinin uzak bir ihtimal olmadığı da unutulmamalıdır.
Türkiye, dünyanın en eski ve önemli bir medeniyetinin günümüzdeki temsilcisidir. Tevarüs ettiği şanlı maziye lâyık bir
'cihan devleti politikası' uygulamalıdır.
Cumhurbaşkanı,
Başbakan ve
Dışişleri Bakanı, bu ufka ve vizyona sahiptir.
'Türkiye Merkezli' bir diplomasi dünyasında, bir yandan
ABD ve
Avrupa'yı, bir yandan
Türk Dünyası'nı, bir yandan
İslâm Dünyası'nı; ayrıca
Afrika,
Ortadoğu,
Balkan ve
Kafkas ülkelerini kucaklamış, dünyanın geri kalan kısmıyla da sıkı ilişkiye girmiş bir
'küresel güç' vardır.
Türkiye,
AB kapısında artık alaycı bakışlarıyla beklerken, gündemindeki
'Türk Cumhuriyetleri Birliği, İslâm Ülkeleri Entegrasyonu ve
Osmanlı Milletler Topluluğu'nu da unutmayacak, çok yönlü ve çok merkezli dış politikasına devam edecektir.