Yıllardır tekrarlayıp duruyoruz: Türkiye'de 'terör sorunu'nun otuz yıldır halledilemeyişinin en önemli sebebi 'teşhis hatâsı'dır. Bu hatâyı yapanlar, sadece Türkiye'nin parçalanmasına aldırmayan, dış destekli aydın bozuntuları değildir.
Ne yazık ki bu gaflet, bazen politikacı ve devlet adamı geçinenlere, bakanlara ve müsteşarlara kadar en üst kademelere sirayet edebilmiştir.
Bu kişiler terörle mücadele ile vatandaşlarımıza tanınan imkânları karıştırmakta ve bazen bilerek ya da bilmeyerek terörün emellerine hizmet etmektedir.
Irkçı-bölücü Kürtçülerin, demokrasi ve barış sloganına sığınarak Türkiye'yi bölüp parçalayıp ayrı bir devlet kurma hedefine ulaşmak için uğraştıkları ve terör eylemlerini bunun vasıtası olarak kullandıkları unutulmamalıdır.
***
Başbakan Erdoğan, çeyrek asırdır teröre karşı yürütülen mücadeledeki noksanları ve hatâları tespit ettikten sonra, bir taraftan güvenlik güçlerinin teröre karşı verdikleri mücadelenin yöntemlerini değiştirmiş; diğer taraftan terörle mücadeleyi zayıflatmadan ve terörden bağımsız olarak
'demokratik açılımlar' yapmış; millî birlik ve kardeşliği kuvvetlendirici uygulamalarda bulunmuştur.
Bu etkin mücadelenin neticesinde terör örgütü iyice köşeye sıkıştırılmış;
teröristlerin büyük çoğunluğu etkisiz hâle getirilmiş ve artık örgüt için silâh bırakmaktan başka çare kalmamıştır. Bunun farkında olan örgüt destekçileri, silâh bırakma konusunda azamî tâvizi almayı; bu olmazsa örgütü tekrar canlandıracak vakit ve imkânları sağlamayı hedeflemektedir.
Bu oyunlara gelinmeyip terörle mücadeleye devam edilirse, örgütün birkaç ay içinde silineceğine muhakkak nazarıyla bakılmaktadır.
***
Bu süreçte cereyan eden hâdiseleri terörle mücadeledeki bu gerçekler bilinerek değerlendirmek lâzımdır. Şöyle ki:
1. CHP lideri
Kılıçdaroğlu'nun genellikle olumlu bulduğumuz çıkışının samimî olmadığı, terör meselesini sadece puan toplamak için gündeme getirdiği anlaşılmıştır. İçi boş yöntem tekliflerinin daha başlamadan sona erdiği ve
Kılıçdaroğlu'nun, görüşmelere katılmayı reddeden
MHP'nin arkasına sığındığı ortaya çıkmıştır.
Nitekim
'Kürt sorunu' olarak nitelendirdiği birçok konuda fikirleri sorulunca kem küm etmesinin sebebi de budur. Diğer taraftan,
Başbakan Erdoğan'ın terörle mücadelede artık son safhaya ulaştığını gördüğü için, bu henüz ne olduğu anlaşılamayan teşebbüste bulunarak terör konusunda elde edilecek başarıya ortak olmak istemektedir.
2. Leylâ Zana'nın tutumu:
Zana da esas itibariyle işin sonuna gelindiğinin farkındadır.
Son dönemde
BDP/PKK'dan ayrı çizgiye gelen
Zana, silâhsız mücadeleyi savunmaya ve bu konuda
AB çevrelerinin temsilcisi gibi davranmaya başlamıştır. Buna rağmen söylediklerini müspet karşılıyoruz. Ancak,
Zana'nın esas niyetinin pazarlık olduğu ve tâviz koparmaya çalışacağı iyi bilinmelidir. Ayrıca, daha dün denecek kadar kısa bir süre önce
'özerk yönetim'i yeterli görmeyen
Zana'nın, aksini iddia etse bile, nihaî hedefinin değişmeyeceği de unutulmamalıdır.
3. Öcalan'a ev hapsi:
Öcalan,
Mandela gibi siyasî bir mahkûm değil, otuz bin kişinin katili, eli kanlı bir canîdir.
Öcalan'ı
'ev hapsi' diye villalara alanlar ve serbest bırakmayı düşünenler şu gerçeği peşinen kabullenmelidirler:
Bu millet,
Apo'yu serbest bırakanları, ilk seçimde alaşağı eder.
Habur fiyaskosunu iyi değerlendiren
AK Parti İktidarı, nasıl kısa zamanda asgarî 5 puanlık kayba uğradığını unutmamalıdır. Bir yandan, arslanlar gibi
Mehmetçikler şehit edilecekler, diğer yandan bu emri veren canî -hem de mevcut kanun çiğnenerek- ev hapsi ile ödüllendirilecek.
Böyle rezalet olmaz!..