Son günlerde okullarımızda artış gösteren şiddet olayları, toplumda endişe uyandırdı. Şiddetin etkenleri arasında problemli aile ve arkadaş ilişkileri, TV ve şiddeti tetikleyici bilgisayar oyunları başta geliyor. TV'lerde yayımlanan şiddet içerikli film ya da diziler gençleri etkiliyor. Özellikle çocukluktan gençliğe geçiş dönemindeki gençlerimiz, toplumda yer edinebilmek için buradaki karakterlere özeniyor. Sonuçta da "öğrenci dehşetlerini" yaşıyoruz.
Türk Eğitim-Sen'in yaptırdığı "Şiddet ve Taciz" anketi gençlerin yüzde 21'inin "mafya dizilerini" izlediğini ortaya koydu. Ankette "hangi tür TV dizilerini tercih ettikleri" yönündeki soruyu gençlerin yüzde 21 mafya, 19.5 komedi dizisi olarak yanıtladı. Yüzde 44.8'inin de aksiyon, macera, korku, gerilim türünde filmleri izledikleri belirtildi. Bilgisayar oyun salonları ya da internet kafelere giden öğrenciler arasında en çok oynanan oyun türünün, yüzde 66,5 ile savaş ve dövüş oyunları olduğu ifade edilen açıklamada, futbol oyunlarının yüzde12.1, araba ve motor yarışlarının yüzde 9.9 tercih edildiği kaydedildi. Öğrenciler arasındaki taciz oranının, yüzde 92 olarak belirlendiği ifade edilen açıklamada, kızların "sarkıntılık", erkeklerin ise kızların kendileriyle fazla "yüz göz olması" ndan rahatsızlık duydukları bildirildi.
MEB tedbir almaya çalışıyor
Okullardaki şiddeti tasvip etmenin mümkün olmadığını belirten Milli Eğitim Bakanlığı, konuyla ilgili valiliklere bir genelge gönderdi. Genelgeye göre müdürlükler, öğrencilerin birbirine isim taktıklarını, gruplaşıp, bazılarını dışladıklarını, birbirine kırıcı davrandıklarını ya da fiziksel olarak incittiklerini aileden ve sosyal unsurlardan dolayı olumsuz yaşantıları tespit edildiğinde sorun fark edildiğinde, psikososyal ve eğitsel destek almalarını sağlayacak.
Okullardaki şiddetin sorumlusu olarak yalnız MEB'i göremeyiz.Gencin aile yapısı ve sokak yaşamı çok önemlidir. Burada herkes el ele vererek gencin yanında olmalıdır. Evde problemli bir aile gencin sorunlarını çözemez. Şöyle bir düşünün evde haftada kaç saat gençle oturup sorunlarını tartışıyoruz. Onu adam yerine koymuyoruz. Hep yaptığımız "Sen anlamazsın, sen bilemezsin" ve başkalarıyla kıyaslama. Bu arada hiçbir sosyal yaşamı olmayan boşluktaki genç, TV'lerde kendisini havaya sokan şiddet filmlerini ya da dizilerini izliyor. Ailesince itilen genç, buradaki karakterlerin yerine geçerek kendini tatmin ediyor. Sokağa çıkan genç kendini bulmaya çalışıyor. İşte o zaman karanlık yüzler devreye giriyor. Sonuçta uyuşturucu ya da yasadışı eylemler başlıyor. Sakın "benim çocuğum yapmaz" demeyin. Sonra çok üzülürsünüz.
Gençleri suçluyoruz ama...
Ayrıca eğitim ve sınav sistemimiz de gençleri bunalıma sokuyor. Haftanın beş günü okulda, iki günü dershanede olan genç iki mengene arasında sıkışıyor. Aileleri onların başarılarıyla yarıştıklarından genç hep problemli, hep saldırgan. Sınavlara hazırlanan gençle aile daima karşı karşıya kalıyor. Hayatının en güzel yaşlarında ezilen genç, mutluluğu ve sevgiyi dışarıda arıyor. Daha sonra da başına bir şey geldiğinde nedenlerini araştırmadan, onu suçluyoruz. Yaşlarının gereği, kızerkek ilişkileri, ekonomik durum, sevgisizlik, gurur derken bıçaklama olayları başlıyor.
Gencin günlük yaşamının yüzde 7'sinin geçtiği okullarda bir olay oldu mu, hemen MEB suçlanıyor. Tabii ki okullar öğrencinin can güvenliğini sağlamak zorunda. Ona göre de önlem alınması gerekir. Ancak tek suçlu MEB değildir. Hepimiz suçluyuz. Başta aileler, MEB, medya ve emniyet güçleri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin seferber olması gerekiyor. Geleceğimiz olan gençlerimizin heba olmaması için, önce kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Daha sonra da üzerimize düşen görev neyse onu yapmalıyız. Öyle sağda, solda ahkam kesmeyi bırakın. Herkes bu taşın altına elini sokmak zorundadır. Bugüne kadar gençlere ne verdik ki, ne isteyelim. Biraz da bunu düşünün.