Elinizde telefon, sürekli deprem ve felaket haberlerini ardı ardına kaydırarak izliyor musunuz?
Telefonu beş dakika kenara bıraktıktan sonra dayanamayıp tekrar elinize alıyor ve ekranı kaydırıp birbirinden üzücü, korkunç senaryoları tek tek okuyor musunuz?
Daha amiyane bir tabirle cehennemin dibine kadar ekranı kaydırıp, en kötü ne haber olabilir diye peşinde misiniz?
Korkarım sizin, bizim, onların yani hepimizin bu aralar içine düştüğünüz durumun bir adı var: Doom Scrolling...
FELAKET AKIŞI
İçi boş kavramları oldum olası sevmem ama bu kavram şu an içinde olduğumuz durumun tam tarifi...
"Doomscrolling" deniyor, Türkçeye ise "felaket kaydırması" olarak çevrilmiş... Bu kavram Pandemiyle birlikte girdi hayatımıza... Çin'den gelen korkunç görüntülerle başladı her şey, takıntılı vaziyette kötü haberleri arka arkaya izledik, okuduk bir telefon ekranından...
Gündemi meşgul eden her kötü olay, son dakika çığırtkanları, asla bitip tükenmek bilmeyen bir kaynaktan akan haber zehrine maruz kaldık.
Bu olumsuz gündem nedeniyle zaten içimiz kapkara... Nasıl olmasın ki... Ama ardı ardına bunca olumsuz habere maruz kalmak da neyin nesi... Takıntılı biçimde sayfa yenilemek, daha da beterini okumak, izlemek...
Haber almayalım demiyorum ama kötü şeyleri değiştirmek için onlara her dakika maruz kalmamız da gerekmiyor. Çünkü bir noktadan sonra hiçbir haber şaşırtmaz, hiçbir görüntü içimizi acıtmaz oluyor.
Kötü haber izlemek bir bağımlılık oldu.
Uzmanlar anksiyete ve depresyon gibi zihinsel sağlık sorunlarınız varsa, felaket kaydırmasının durumu daha da fazla tetikleyebileceğini söylüyor!
2013'teki Boston Maratonu bombalamalarından sonra bir araştırma yapılmış. Yaklaşık 4 bin 500 Amerikalının haber tüketimini izlenmiş.
Altı saatten fazla medyada haber tüketen kişilerin, haberleri çok fazla izlemeyenlere göre akut stres geliştirme olasılığının dokuz kat daha fazla olduğunu tespit etmişler.
Bu nedenle psikologlar, olumsuz haber tüketimini sınırlandırmamızı öneriyor!
TAHA DUYMAZ'IN HÜZÜNLÜ ÖYKÜSÜ
Bir videosuna denk geldim, "Neden bilmiyorum içimden öyle geliyor, ben çok yaşamam" diyordu Taha Duymaz. Fenomenlerin en samimisi, en içteni, en toplumu etkileyeniydi o. Küçük, imkânları kısıtlı mutfağında yaptığı yemeklerle yani bir emekle takipçi kazanmıştı. Boş beleş işlerle uğraşmıyor, tariflerini paylaşıyordu. O yüzden bir anda Türkiye'nin kalbinde yer etti. Ünlüsü ünsüzü onu bağrına bastı. Az biraz para kazanmaya başlamıştı Taha, hayaller kuruyordu. Bir restoranı olsun istiyordu mesela... Ama olamadı. Günler boyu, hiç kimseye zararı dokunmamış, kendi halindeki bu genç çocukla ilgili, ailesiyle ilgili yazılmayan kalmadı. Öyle acımasız yazılar vardı ki, kimileri ablasının onun üzerinden takipçi kazanmaya çalıştığını iddia etti, kimileri şuursuzca aslında depremde zarar görmediğini ortalıktan kaybolup takipçi derdine düştüğünü söyledi.
Takipçi ne ya...! Hiçbir şeyin anlamı kalmadığı bu günlerde kimin kimi takip ettiğinin ne önemi kaldı ki.
Şarkıcı Ragıp Narin Taha'nın memleketlisi ve tanıdığı bir isim. Taha'nın cansız bedeninin enkazdan çıkarıldığı saatlerde enkazdan bir paylaşım yaptı:
"Deprem günü kardeşi doğum günü diye Taha'yı çağırıyor. Eniştesi gitme akşam akşam derken, Taha, "Kalbim sıkışıyor kardeşlerimin yanına gitmek istiyorum" diyor. Halaları giriş katı olduğu için evi üç defa kilitliyormuş her gece, bunların hepsi tesadüf mü yoksa yazılmış mı bazı şeyler?" demiş...
Ben tesadüflere inanmıyorum Ragıp, Taha da nur içinde yatsın, diğer tüm depremzedelerimizle birlikte ve biraz saygı ölene, ailesine...