Hayat ne kadar boş, anlamsız... Bir gün varsın, ertesi gün yok. Ve dün gerçekten kapkaranlık bir gündü. Maden kazasında giden onca can, sevgili Billur Kalkavan'ın kaybı...
Ama hayat bir yandan da derslerle dolu. Ölüm bu derslerin hatırlanması, geçiciliğimizin farkında varmamız için fırsat.
Billur Kalkavan'la sadece dört buçuk ay önce, sevgilisi Buğra Bahadırlı ile birlikte yaşadığı evde buluşmuştuk. Kanser tedavisi olan bir kadınla sohbet etmeye gitmiştim ama o evde başka bir şeyle karşılaşmıştım.
Ve o anda bu şeyin ne olduğunu idrak edememiştim. Bir eve girdiğiniz anda enerjisini hissedersiniz, o evin sevgi dolu, yaşanası, yuva olup olmadığını anlarsınız ya. Öyle bir şeydi hissettiğim. O ev bir yuvaydı... Ölümcül bir hastalık tavanda asılı duruyordu ama umut doluydu o ev. Ve orayı yuva olarak ayakta tutmaya and içmiş bir adam vardı: Billur'un sevgilisi Buğra Bahadırlı...
Hastalığıyla mücadele eden, kafası karışık Billur'u hayata bağlayan, onu kolundan tutan, o uçurumun kenarından çekmeye çalışan kişi oydu... Bebek gibi bakıyordu ona; sırtına yastığını veriyor, ilacını hatırlatıyor, yorulduğunu gözünden anlıyordu...
Herkese nasip olmaz böyle insanlar, ister evlat deyin adına, ister eş, ister kardeş... Sıfatının önemi yok, böyle zamanlarda yanın boş değilse, o gidiş koymuyor insana...
Ben de sırf bu yüzden Billur Kalkavan'ın ölümüne ne kadar üzülürsem üzüleyim, onun aslında ne kadar da şanslı bir insan olduğunu düşünmeden edemiyorum. Hastalığını öğrendiği andan, vefatına kadar, hayatının en manalı, en sevgiyle dolu, en özenildiği günlerini geçirdi.
Hepimiz yaşıyoruz ve yaşamayı nefes almak sanıyoruz.
İncelikler, özen, el üstünde tutulduğumuz anların bulmaya kalksak, zorlanırız...
İşte öyle özel zamanlar yaşanıyordu o evde... Bunu fark ettiğim için 13 yıllık sevgilisi, kendi ifadesiyle eşi Buğra'nın da röportajda olmasını istedim. Kanser hastası birinin yanında, arkasında durmak çok zordur. Sevdiğinizi sağlam tutmak zorundasınızdır, üzülecek ağlayacak vaktiniz yoktur.
Siz ondan daha güçlü olmalısınızdır. İşte o güçle ayaktaydı Buğra.
Birinin hasta olduğunu duyduğunda arkasına bakmadan kaçan kocalar var. Anasına babasına bakmayan insanlar var. Bir sevgili, üstelik yaşı küçük bir sevgili bu olgunluğu nasıl gösterir diye düşünmeden edemiyor insan. Bunun farkındaydı Billur, şöyle demişti:
"İnşallah Billur'un o sevgilisi duruyordur diyorlardı bana... Giden kadın da var, hasta birinin yanında durmak zordur... Erkekler çok sağlam karakterli de olmuyorlar Türkiye'de. Gerçek bir sevgi başka bir şey... Sağlam bir erkekle olduğum için çok şanslıyım. En zahmetli dönemini yaşıyor ilişkimiz. Hasta yakını için daha zor bir süreç. Bir gün vazgeçtim, gitmek istiyorum dedim. Buğra çok aklı başında bir ruh... Bana bir konuşma yaptı ama öyle beni bırakma şeklinde ağlak bir konuşma değil..."
Şöyle demişti Buğra Bahadırlı: "Hepimizin ruhunun olgunlaşması gereken, tekamül edeceği bir dönemi oluyor hayatta.
Hayat bir okul, çeşitli zamanlarda hepimizin derslerini alması gerekiyor. Böyle dönemlerden geçerken, o dersi almak zorundasın. Ben dersten kaçıyorum diyemezsin."
Onların dersi buydu... Billur bir hastalık yaşadı, hakkın rahmetine kavuştu. Buğra da kendi dersini aldı... Ve bir yandan da bize ders verdi. İnsanlık dersi...
Yani demem o ki; bu acı dersten, bu kayıptan hepimize bir pay düştü... Kimin hayatınızda ne kadar kıymetli olduğunu iyice düşünün ve ona göre davranın...!