Önceki gün tek kişilik bir gösteriye gittim... Gülmekten insanın ensesi ağrıyabiliyormuş onu anladım. Gösteri biterken bizi hunharca güldüren kişinin sahnedeki finalini story attım... Sonrası seyreyle gümbürtüyü... DM kutum inanın Şeyma-Meedo haberini yazdığımda bu kadar coşmamıştı...
"Ayyy ben de bayılıyorum ona..."
"Çok komik di mi, ben de gitmek istiyorum..."
"Sonatttttttt beni de götür..."
"Ölücem, eve alıcam ben onu...."
Bunları yazanların hepsi kadın! Ölüp bittikleri kişi de Yasamin Sakallıoğlu... Geçtiğimiz ağustos ayında Harbiye Açıkhava Sahnesi'nde tek kadın komedyen olarak ağırlanan Yasemin Sakallıoğlu...
Ben bir süredir kendisini, Instagram'da sabahları bir doz alıyordum, antidepresan niyetine... Bir de gösterisine gideyim, grup terapisi olsun dedim. Meğer benden çok varmış...
Tipik Karadenizli bir ailenin kızı Yasemin Sakallıoğlu. Fakir bir aileden geliyor Yasemin ama acıların ailesi değil onlar... Bir hayli komik halleri. Ve bu ailenin tekne kazıntısı kızları olan Yasemin ünlü olma derdinde... Tüm gösteri en başından itibaren Yasemin'in kendisini, ailesini ve ünlü olana kadar yaşadıkları rezillikleri anlatmasıyla geçiyor. Şöyle bir spoiler vereyim, bir festivalde hamsi kılığına girip, balık satmışlıkları var annesiyle...
Küfür yok, argo yok... Saf, gerçek, samimiyet. Ve seyirciler yıkılıyor... Yani gösterinin adı sizi yanıltmasın, size 'Doğru Koca Nasıl Seçilir'i anlatmıyor...
Seyirciyi yakaladığı nokta bence kendiyle dalga geçebilme yeteneği. İşte tam burada kafam çok karışıyor... Çünkü fanları o kadar değişik bir skaladaki... Halk tarafından izlenmesini, hikayesini içselleştiren bazı ünlü fanları olmasını anlıyorum da sosyetik isimlerin çılgınca Yasemin'e gülmesini oturtamadım kafamda... Yani kendiyle dalga geçemeyenler, fakirlik ve yırtma hikayelerine niye gülüyorlar, kürklerini giyip en ön sıraya niye kuruluyorlar, onda ne buluyorlar kafam çok karışık... Vardır bir hikmeti...
Hayranları da en az kendi kadar komik Yasemin'in... Çıkışta merhaba demek için yanına gittim... Kulisi her sanatçıya nasip olmayacak cinsten hediyeyle doluydu... Çiçek arasında pırlanta, bir kutu çikolata yanında Karayipler'e uçak biletinden söz etmiyorum... Ev yapımı börek, cevizli baklava, dantelli başörtüsü, el örmesi patik falan... Kızcağızın kiloyla derdi var, sevenleri derdine derman değil anlaşılan... Yani yurdum usulü sevgisini gösterenlerin hediyeleriyle dolu Yasemin'in kulisi... Ne diyeyim yolu açık olsun... Yasemin çok kalp ben...
KIZLAR EĞLENCELİ ADAMLA GEZİN, SURATSIZLA EVLENİN!
Nilgün Belgün bombayı patlattı, olay yerini incelemek bana kaldı... Dedi ki geçmiş tecrübelerine dayanarak, "Çok gülen ve aşırı sosyal erkekten iyi koca olmuyor. En iyi kocalar suratsız erkeklerdir."
Şimdi ben tecrübeye güvenirim. Nilgün Belgün bir şey diyorsa vardır bir bildiği demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Ama çok gülen, aşırı sosyal ve suratsız adam profillerini çizmeden de edemeyeceğim...
Aşırı sosyal ve çok gülenlerle başlayalım:
Yani sosyal kelebekler, gecelerin vazgeçilmez adamları, ortam neşelendiriciler, bir aktivitenin olmazsa olmazları bunlar... Genetikleri insanları mutlu etmek, herkesin nabzına göre şerbet vermek, sıkılanları eğlendirmek. Bu tiplemeler yorulmaz, sıkılmaz, bir ortamda geceyi en son terk eder. Komiklik uğruna flört de ederler, etik değerleri de hiçe sayarlar. Şimdi bunların gün gelir de başları bağlanırsa, evlilik kurumunun stabilliği gereği, momentumlarını kısıtlamak zorunda kalırlar. Ama fizik kanunu bunu kaldırmaz. Yani maddenin yapısı gereği konu error verir. Nilgün Belgün işte bunu söylüyor. İlk zamanlar eşiyle gider ortamlara, yine neşe böceği, ortam kelebeği olarak seker durur bu tiplemeler ama bir süre sonra çoluk çocuk da karışınca işin içine, eş de, bu kelebeğin peşinde koşacak kadar enerjik değilse, o evlilik kurumu çatırdamaya başlar.
Gelelim ikinci türe... Yani suratsızlar!
Bunlar, bar sandalyesinde oturup, bara kolunu dayayan, hiçbir şekilde bir kadının yanına gidip sohbeti başlatmayan tipler. Adı üstünde suratsızlar. Bunlara barda duran adamlar diyelim. Espri yok, hamle yok, sevgiye dair kırıntı yok. Ama kadın milleti üşüşür bunların üstüne. Sonunda birini bulur ve barlardan ellerini eteklerini çekerler. Doğru kişiyle kimya tuttu mu, onsuz bara da gitmez, tuvalete de... Haliyle başıboş gezmedikleri için tıpkı Nilgün Belgün'ün de dediği gibi sadık olurlar. Tüm dizi sektörünün jönleri bu tiplemeler üzerinden dönüyor. Dizilerde bir tane gülen adam, bir tane ortam şenlendiren jön oldu mu bugüne kadar? Olmadı. Olamaz da...
Kızlar gülen adamla eğlenin, suratsızla evlenin. Benden size tavsiye...
KOMPLO SEVERLERE KÜÇÜK BİR NOT!
Şu fani ömrümde bi siyaset magazini yapayım dedim, ürktüm... Geçen hafta Erkan Mumcu ve evli bir Ankara temsilcisinin ilişkisini ve bu ilişkiden olan çocuklarını yazdım... Sonrası bende travma... Siyaset yazarlarının (komploseverleri kastediyorum) kafası nasıl çalışıyor, ne yiyor, ne içiyorlar anlamadım... Olayı siyasi bir komploya bağlayan mı dersin, altında şifreler arayan mı dersin, bu nasıl bir mesaj içeriyor diye cümlelerimin satır aralarında ince mesajlar mı arayan dersin... Vay be dedim kendi kendime, siyaset böyle bir şeymiş... Kafamda deli sorular...! Ama onlar da haklı kardeşim, her akşam çık televizyonlara, beş adam döndür dolaş aynı mevzuyu izletmeye çalış vatandaşa... Haliyle gerçekler bir noktadan sonra flulaşıyordur, her denilenin altında bir şey arama, onu öyle yorumlama hastalığına dönüyordur.... Bu komplocu arkadaşlara birkaç günlük İstanbul eğlencesi, magazini tavsiye ediyorum. Yazdığım köşeye gelince, ben 'metres' takıntılı, 'ahlak bekçisi' bir kadın değilim. Herkes istediğini yaşar... Hiç de yargılamam. Benim köşede yazdığım şey şu; evli bir adam ile evli bir kadın ilişki yaşıyor, bir çocuk oluyor. Çocuğun kimden olduğu yıllarca gizleniyor. Bir yalanı yazdım ben... Özneler hikaye... Erkan Mumcu da yazdıklarım üzerine elle tutulur bir şey demediğine göre, durum net, gerisi hikaye...