Herkes söylüyor diye.
'Nasılsa ortaya çıkmaz, kimse anlamaz' fikrine inandığımız için.
'Ne var ki? Kimseye zarar gelmez' düşüncesinden.
Yalanımızı kolayca akla mantığa uygun düzeye çekip içimizi rahatlatabilmemizden.
Söylediğimiz yalan sosyal çevremizde pek de yalandan sayılmayıp ortaya çıkınca feci bedeller ödemeyeceğimizi bildiğimizden.
Yalanımızı beyaz, tatlı, küçük saydığımızdan.
Kendimizi daima ortamdaki en akıllı, en zeki, en ahlaklı, en mantıklı kişi sandığımızdan.
'Ne var ki?' kafasından.
'Mecburen yaptım, beni buna zorladılar' bahanesinden.
Başka yol olmadığını düşündüğümüzden.
Başarı, para, alkış, onay, takdir toplama, beğenilme, öne geçme sevdamızdan.
Hepimiz ama hepimiz yalan söylüyoruz değil mi? Öyle ya da böyle, küçük ya da büyük, zararlı ya da zararsız. Kilonu iki-üç kilo az söylemek yalan mıdır mesela? Ya da arkadaşımızın beğenmediğimiz yeni saç kesimini beğendiğimizi söylemek? Elbette yalandır ama küçüktür, değil mi? Yani...
Kazandığımız maaştan öğlen yediğimiz dönere, gittiğimiz yerden aldığımız kazağın fiyatına, çöpü çıkarıp çıkarmadığımıza... CV'lerimizde yazdıklarımıza, hoşlandığımız kişinin gözüne girmek için saydığımız harika huylarımıza, aldattığımız eşlerimize, meraklı çocuklarımıza, işe gitmediğimizde patronumuza... Yalanlardan demetler sunuyoruz.
Doping alan sporcular, rakamlarla oynayan borsacılar, 'Abla domateslerim organik' diyen manavlar, kulüp yöneticileri, politikacılar, ödevini yapmayan öğrenciler, mahkemeleri kandıran avukatlar...
İnkar etsek de, kafamızda durumu normalleştirsek de, öyle ya da böyle yalan söylüyoruz işte.
Peki neden yalan söylüyoruz?
Yalanı bu kadar çekici kılan ne?
Bizi yalana iten ne?
Beynimizin bize çektiği numara ne?
Hafta sonu Netflix'te tam da bu konuyu masaya yatıran bir belgesel izledim. Yukarıda sıraladığım sebeplerin fazlasını ve detayları merak ettiyseniz, size de öneririm: '(Dis)Honesty: The Truth About Lies'. Türkçe altyazısı var tabii ki.