Son dönemde 'Sinema salonlarına seyirci çekme hakimiyetini kaybediyor mu?' derken, Mel Gibson tam da alıştığımız formda bir filmle karşımıza çıktı. Peşin peşin söyleyeyim: Yönetmen Jean Francois Richet'nin çektiği, Hollywood kahramanımızın sahalara dönüş filmi 'Blood Father' yani 'Kan Bağı'nda sürpriz sıfır! Türünün tüm özelliklerini taşıyan, ezber bozmayan, alışkanlıklarla mücadele edilen, dostlukları sorgulayan, bol nasihatli, baba-kızlı bir kaçak filmi... 10 üstünden 6; o da kanaatle...
Mel Gibson; kızı kaybolmuş, alkol sorunu ile mücadele edip temiz kalmaya, kavgaya, olaya karışmamaya çalışan dövmeci 'John Link' rolünde. Günahlarının bedelini ödeyen bir adam yani. Evden kaçan asi-mutsuz-sevgi arayışındaki 'Lydia', (Erin Moriarty) ise ailesini perişan etmenin zerre üzüntüsünü taşımayan, uyuşturucu çetesine bulaşmış, başı derde girmiş, dişiliğini erkekleri parmağında oynatmak için kullanan bir ergen. Hayatı tehlikeye girince, eski günlerini geride bırakarak karavanda yaşayan babasına sığınıyor.
'Kan Bağı'; sadece koştu-kaçtı-ateş açtı filmi değil. Senaristler, seyirciye sıradan bir aksiyon izletmemek için kafa patlatmış besbelli. Mesela 'Yarın uyanmak istemiyor olabilirsin ama ertesi gün emin ol daha iyi hissedeceksin' diyerek umut veriyor, hayata tutunmaya çağırıyor, 'Ne yapmış olursan ol, sıfırdan başlayabilirsin' desteğini seyirciden esirgemiyor.
Özetle; 'Kan Bağı' için Mel Gibson'ın en iyi, en unutulmaz filmi dememiz çok zor. 'Cesur Yürek'ten 'Kan Bağı'na uzayan bir kariyer de, hayranlarının umduğu gidişat değil. Yine de sıkılmadan izlenecek ikinci sınıf bir aksiyon. Yanında patlamış mısır iyi gidiyor.
Ha bu arada, sinemada yanımda oturan Hıncal Uluç'un ilk dakikada söylediği cümle de çok doğru: 'Mel Gibson'ın sadece gözleri kalmış.' Hey gidi hey... Uyarayım kızlar.