Ocakbaşı şenliklerine hoş geldiniz. Cuma günü 'Sultanahmet Ramazan Şenlikleri'ndeydik de. Sağ yanım döner, sol yanım köfte kokuyor valla. Tamam, vatandaş çocuklar gibi şendi, ortam pek neşeliydi. Sonra iğne atsan yere düşmezdi. Öyle bir izdiham haliydi falan da, ramazan şenlikleri değil, toplu tıkınma şenlikleri mübarek.
Köfte de köfte, döner de döner, sucuk da sucuk... İlle de eğlence boğazdan gelecek yani. Hani benim Hacivatım Karagözüm, iki müzik tıngırdatanım (Tüh! Şu İslami hip hopçuları nasıl kaçırdım yo yo yoooo), çalıp oynayanım?
Kitaplar, kılıklar, kültürel ıvır zıvırlar hepsi, ama hepsi pek yavandı, geçen seneki şenlikler mumla arandı.
Hadi sar başa, anlat vatandaşa, yapalım.
Gecenin açılışında; ilk hedefimiz Selim Usta'da Sultanahmet köftesi yemekti. Arabayı Sultanahmet Camii'nin karşına park ettik ki o da ne? Caminin üstündeki mahyada 'Oruç tut, sıhhat bul' yazıyor.
Annem burada da peşimi bırakmadı desenize. Sıhhatli olma mecburiyetinden gına gelmiş bedenim az kaldı bayılacaktı valla.
'Oruç tut, huzur bul' dense, başımla beraber. Eh tabii sağlıktı, antiaging'ti, genç kalmaktı, estetikti derken başımıza bu da gelecekti. Tövbe tövbe, şu mübarek günde...
Selim Usta'da köfteleri gömüp, yan masadaki turistlere şirinlikler yaptıktan sonra; ki nedir bu bedendeki turiste maymunluk etme hali anlamadım, ramazan şenliklerine daldık.
FETİH KÖFTE, DUA DÖNER
Şu Sultanahmet'in gözünün yağını yiyeyim. Pırıl pırıl, ışıl ışıl, şarıl şarıl (yazar fıskiyeleri kastetmektedir). İstanbul'un sefasını turist kısmısı sürüyor, vatandaş sürünüyor valla.
Neyse... Bakalım şenliklerde köfteci, dönerci, sucukçu üçlüsünden gayrı ne varmış? Ayy çok da derme çatma yapmışlar mini kafeleri, büfeleri falan... Ne o öyle muşamba muşamba?
Hiihh pamuk helva, bak bak macun da var. Bayılırım macuna, "Bana fişneli ve sütlü, ne kadar?", "Bir milyon".
Macunum elimde yalaya yalaya geziyorum. Öyle kalabalık ki, geçen sene elektronikçilerden geçilmiyordu. Doğubank kıvamındaydı. Bu yıl bir tane stand gördüm, tost makineci, ütücü, föncü kıvamında.
Mangalda Türk kahvesini, mini tahta taburelere çömüp hüpletiyorsun. Çocuğuna patlamış mısır, sütlü mısır, pamuk şeker alıp oyalıyorsun. Çıtır kızlar kıkır kıkır gülüşüp, 'önümüze gelene bir tekme' şeklinde yürüyorlar. Erkekler yine Fener, Beşiktaş derdinde. Milletin keyfi yerinde.
Stand isimleri de bir alemmiş; Fetih Köfte, Azim Müzik, Dua Döner... Ben de Hürrem Sultan, memnun oldum.
'SENİN BAŞIN NİYE AÇIK?'
Hazır gelmişken; bir de türbe ziyaret etmeli dedim. Gecenin o vakti Sultan I. Ahmed Türbesi'ne girdim. Kapıda dikilen abi "Ayakkabılar eleee" buyurdu. Hemen! İçeride ablalar dizilmiş, haritaya bakıyorlar. Miyop gözlerim kesmeyince "Neye bakıyoruz ablalar?" dedim, "Sen nerede oturuyorsun" dediler. Eyvah acaba beni beğenmediler mi korkusuyla, "Levent" dedim. "Aaa burada yok", "Niye, Levent İstanbul değil mi?"
Abla halime güler; "Yok çocum eskiden İstanbul surlardan ibaretken, türbeler nerede onu gösteriyor". "Haaa".
Abla ters ters bakar; "Aaa senin başın niye açık?" "Kapatacak mıydım, hem onun da açık" Cinayşe öndeki kız çocuğunu işaret eder. "İyi, sen de turist gibi davran", "O.K. canım"
"Ay sen o değil misin? Ayşe Özyılmazel"
Haydaaa! Türbede okuyucumla buluşuyorum. Millet Tüyaplar'da ben burada. Şu Aziz Allah'ımın işine bak. Dualarım kabul oluyor valla. Olleyyy be.
Dört bir yan muşambaymış, üstüm başım döner kokmuşmuş, macunun tadı yokmuş. Ondan şikayet, bundan şikayet edeceğine aç ellerini dua et kızım Ayşe.