Avrupa'nın kalbinde, kültürlerin buluştuğu noktalarda, insanlar arasında bir köprü görevi üstlenen etkinliklerin değeri büyüktür... Yunus Emre Enstitüsü ve Lacivert Dergi'nin işbirliğiyle gerçekleşen 'Yurt Dışı Buluşmaları' da tam da böyle bir köprü işlevi görüyor. Bu kez Amsterdam'dan Lahey'e uzanan bir söyleşi yolculuğuna çıktık.
Klinik Psikolog Beyhan Budak'ın derinlikli psikolojik sorgulamaları, düşündürücü ve öğretici bir deneyim sunarken, Lacivert Dergi Genel Yayın Yönetmeni, yazar Mustafa Akar, Yunus Emre'nin günümüzde bizim için ne ifade ettiğini, Daily Sabah Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Altay ise hikayeler anlatmanın hayatımızdaki önemini anlattı. Başarılı oyuncu Fadik Sevin Atasoy ile Amsterdam'da gerçekleştirdiğimiz söyleşide ise kırmızı bavulun Fadik'in kariyerindeki öneminden yola çıkarak 12 yıllık Los Angeles yolculuğunu ve bavuldaki diğer hikayeleri konuştuk.
Fadik'in söyleşisi duygusaldı çünkü dinleyiciyle çok derin bir bağ kurdu. Hayata dair konuşurken iyi bir hayat yaşamanın sırrını şöyle açıkladı: "Bence iyi bir hayat kişinin kendini bilmesi ve kişinin ne istediğini bilmesiyle yaşanır. Kim olduğunun hakkını vermek lazım, ben kimim? Niye buradayım? Bana canlı hissettiren ne? Ne bana can katıyor? Bu canı başkalarıyla nasıl paylaşırım, ne kadar çok canımıza can katarız..."
"Huzurlu bir hayat mutlu bir hayat mıdır?" diye sorduğumda ise şöyle cevapladı: "Bazıları huzursuz hayatla mutludur. Sanatçılara bakın mesela, çok huzurlu olduklarını düşünmüyorum. Şimdi bakın Van Gogh'a sıkıntıdan kulağını kesmiş... Kimi huzursuzluktan kimi kaostan besleniyor. Herkesin yoğurt yeme biçimi farklı."
"Herkes neden mutluluk arayışında?" diye sorduğumda ise "Mutluluğu aramak doğru mu acaba, bence en doğrusu yaşamak" dedi. Söyleşinin ardından Hollanda'nın meşhur lale bahçelerini gezdik beraber, Lahey'e doğru yeni bir hikayenin peşine düştük.
'İNSANLARIN İNANÇLARIYLA ŞAKA YAPILMAZ'
Lahey'de sinema ve dizi dünyasının sevilen ismi Murat Cemcir'in mizah dolu anılarıyla çok eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirdik. Cemcir'e "Şaka yaparken bir sınırın var mı?" diye sorduğumda, tek kırmızı çizgisinin insanların inançları, kutsalları olduğunu söyledi. Hayata dair konuşurken ise çok şaşırtıcı cevaplar verdi. "Hayat zaten yeterince zor, depresyona giremiyorum. Ben birinci katla üçüncü kat arasında depresyondan çıkıyorum, depresyon hiç tarzım değil" dedi.
'BAŞARISIZLIKTA YALNIZIZ'
Murat Cemcir, "İyi bir hayat nasıl yaşanır?" sorusuna "İyi bir hayat şefkatle, sevgiyle, aileyle, arkadaşlarla paylaşarak yaşanır" dedi. Ardından söyledikleri o kadar düşündürücüydü ki: "Bize hep 'Başarmalısın, kazanmalısın, daha az uyu, erken kalk çalış' diyorlar, biz de böyle olmak zorundaymışız gibi hissediyoruz. Başarı baskısının bize ait olmadığını düşünüyorum. Başarı dediğimiz şey aslında paylaşmak. Kazandığını da kaybettiğini de paylaşmalı insan. Kaybettiğimizde hep isyandayız. Başarı sahiplenilen bir şey, sekiz kişiyseniz o başarıyı hep beraber kutluyorsunuz ama aynı sekiz kişi kaybettiğinizde yanınızda olmuyor. Başarısızlık tek başınıza size kalıyor. Bu arada para biriktirmektense dost biriktirmek daha değerli geliyor bana."
İşte bu çağımızın paradoksu! Galibiyetin sahibi çoktur, mağlubiyetin sahibi yoktur ve yenilgi yetimdir. Galibiyet, genellikle toplumun gözünde parıldayan bir mücevher gibidir. Başarılar, alkışlarla karşılanır, sosyal medyada paylaşılır ve televizyonlarda kutlanır. Ancak, bu parlak ışık altında, mağlubiyetin sessizliği hakimdir. Bir kişi veya bir kurum başarısız olduğunda, genellikle toplumun dikkatinden kaçar, hatta bazen görmezden gelinir. Toplum, başarısızlığı genellikle bireysel bir hata veya eksiklik olarak görmeye meyillidir ve bu nedenle mağlubiyetin sahibi olarak tanımlanacak birini bulmak zordur...