Pasaport yenilemek için yollara düştüm. Neymiş? Ne zamandır tatil yapmıyormuşum! Yılbaşlarından nefret ediyormuşum! Bari yurtdışında falan geçirirsem, kendimi daha iyi hissedermişim. Neymiş efendim? Gülse, illa üç gün Paris'e gidecekmiş! Başı göğe erecek değil mi? Pasaportun süresi geçmiş, vize yok, bir şey yok. Zaten iş çok, vakit de yok. Ayrıca Paris'teki otellerde yer de yok! İnat ettim, gideceğim! Dakika bir, gol bir; yeni kural: pasaport resimleri artık beyaz fon üzerinde, polaroid olmayan, cepheden çekilmiş vesikalık fotoğraflar olmalıymış. Hani arada sırada hepimizin yaptığı, otuziki diş gülümseyen, gözler kapalı, mayolu tatil resminin kafasını kesip vermek yok! Avrupa Birliği kriterleriyle igili bir şey olabilir bu da... Ne yazık ki benim o tarifte bir vesikalık fotoğrafım yok! Dört beş yıl önce çektirdiğim şaheser bir polaroid var. Sol göz kısık, sağ göz açık, kaşlar kalkık! Öyle bir yüz ifadesi var ki, ağladım ağlayacağım! Sabah erken mi gittim hatırlamıyorum ama yüzümde tuhaf bir şişlik var. Bir de nedense buruşuk bir beyaz gömlek giymişim. Belki buruşukluğu "moda mesajı veren" özel bir gömlekti ama fotoğrafta öyle çıkmamış. Daha ziyade, Ellis Adası'nda salgın hastalık yüzünden karantinaya alınacak, az önce gemiden inmiş, İtalyan göçmeni Amerikalı adayı tipi var! Bir vesikalık fotoğraf daha buldum bir yerlerde. İlk pasaportumda kullanılmış olan. Yaş ondört! Ama görüntü 28! Vesikalık fotoğrafların siyah beyaz olduğu, ancak dört gün sonra banyo edilip hazır olduğu günler! Saçlar kumral ve dalgalı. Sanırım uzun zamandır kesilmemiş olduğu gibi yüz çevresi ve alın üzerine gelişigüzel uçuşan bukleler düşüyor. Uçuşan bukleler deyince, meleksi bir görünüm getirmeyin aklınıza. Her ince telli saçlı insan gibi, tüy tüy dalgalı saçlar, yerçekimine kah direnip kah boyun eğerek, fotoğrafta kendilerine gelişigüzel bir yer bulmuşlar! O yaşlarda yanaklı, gıdıklı bir şeydim ben. Fotoğrafçı, kendi zevkine göre bu yanakları gıdıkları keseyim, incelteyim, rötuşlayayım, "acık da oraya, biraz da buraya" deyince, ortaya bir hilkat garibesi çıkmış. Yüzde kemik yok! Bir de kafayı eğdirip yamuk poz verdirmişler bana, sanki diğer her şey tamam gibi... Hayır madem fotoğraf kötü çıktı, git yenisini çektir, değil mi? Yok. Yıllarca kullanacağım pasaporta, gidip bu resmi vermişim. Beni uzaktan biraz andırıyor sadece... Onun için 1999 yılına kadar dolaştığım bu pasaport yüzünden, medeni ülkelerin sınır kapılarında, hep memurların şüpheli bakışlarıyla karşılaştım: Fotoğrafa bir bakış, sonra bana bir bakış! Kaşların çatılması, tekrar fotoğrafa bakış! İsmimin bilgisayardan aranması. Bu esnada kuyruktaki insanların da bana bakmaya başlaması. Benim sahte gülücükler saçmam. Ancak fotoğraf hikayesinin o esnada anlatılamayacak kadar uzun olması! Memurun, kişiliğine göre şüpheli bir "Bu gerçekten siz misiniz?" veya alaycı bir "Çok değişmişsiniz, pozitif yönde!" çekmesi. Benim mecburen sırıtarak pasaportu kapmam ve Türkiye'ye dönüşte fotoğrafı değiştirmeye kendi kendime söz vermem! Bu defa makus talihimi yenmeye karar verdim. Makyaj yapıp, gidip en profesyonel pozlarımla vesikalık fotoğraf çektirdim. Yıllar geçiyor, sen ne dersen de, sevgili okuyucu! Alem dijital olmuş. Yedi sekiz tane çekiyorlar, bilgisayardan en beğendiğini seçiyorsun. Hatta arzuya göre photoshop'la sivilcelerden kırışıklıklardan falan arındırdıktan sonra birkaç saat içinde basıp veriyorlar. Sonuç pekala oldu. Fotoğrafla yüzüm arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Gayet hoş! Bu defa Avrupa Birliği'ne yepyeni bir yüz, bambaşka bir resimle gireceğim sevgili okuyucum. Bize de artık bu yakışır!