Sabah dokuzbuçuk. Şişli'de bir gece kulübündeyiz! Bu işin böyle gerçeküstü tarafları var işte. Neden sabahın bu saatinde bir gece kulübündeyiz? Ne işimiz var? 'Avrupa Yakası' çekiyoruz! 80'li yıllardan kalma bir şarkıcı filmini andıran sahnelerimiz var, çarşamba akşamı seyredeceksiniz. Bir rüya bölümü. O kırılası ellerim oturmuş yazmış! Nasıl çekeriz, nerede çekeriz, kaç saatte çekeriz, düşünmemiş ki! Sabah sabah elimde poğaça, karşımda Serpil Çakmaklı'nın, Ahu Tuğba'nın o yıllardaki hallerine benzemeye çalışan Evrim Akın, Hale Caneroğlu, Tecavüzcü Coşkun saçı yapılan Levent Üzümcü, ezber yapıyorlar! Ata Demirer'e siyah, kıvırcık peruk takılıyor ve Ata, peruğun takılmasıyla birlikte Urfa dolaylarından konserine başlıyor! Geçen gün, bir parti sahnesinde, bu işin resmen delilik olduğunu düşündüm! Sesli çekim yaptığımız için altta müzik duymak teknik olarak imkansız. O yüzden dans sahnelerini sessizlikte çekiyoruz! Çıt çıkmayan ortamda akla hayale gelmedik figürler yapıp, kahkahalar atarken, "Ne yapıyorum ben?" dedim kendi kendime! Hayatımın en büyük lüksü, arabamın bir profesyonel şoför tarafından kullanılması. Yıllar önce TEM'de arabama çarpıp, sağa çekince çantamı çalan bir avuç 'affedilen genç' yüzünden, bir şoför edinmeye karar verdim. O gün bu gündür, Önder hem asistanım, hem de arabamı kullanıyor. Tabii o yıllarda ben ciddi, pantolon ceket takımlar giyen bir dergi editörüyüm. Önder'le kah o reklam ajansına gidiyoruz, kah bu toplantıya. Elimde evrak çantam, sanırsın ki iş kadını Divina! (70'lerde öyle bir dizi vardı değil mi?) Şu sıralarda ise Önder hayatının şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyor! O takım elbiselerle toplantılara, defilelere götürüp getirdiği, zaten mizaç olarak ciddi ve sakin kadın, kah Haluk Bilginer'le bir kuaför salonunda dans ediyor, kah sabahın dokuzbuçuğunda bir gece kulübünde, saçında mandallar, Ahu Tuğba rolünde! Gazetecilik, başladığım günden itibaren mesleğe aşık olmama rağmen hiçbir zaman beni bu kadar heyecanlandırmadı. Senaristlik yaparken zevkten dört köşeyim bilgisayarın başında. Ama rüyamda senaryo yazdığımı görmüyorum. Ortaokulun ilk günü, tiyatro salonunda toplanıldığında, eski oyunların kostümleriyle yeni sınıf arkadaşlarıma hokkabazlık yaptığım gün müydü neydi... Ya da, daha önce gittiğim bir Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü oyunu muydu sanki? (Ve o kadar zaman sonra Gazanfer Özcan'la karşılıklı oynamak, nasıl bir hediyedir insana?) O gün bu gündür, aşağı yukarı 11 yaşından bu yana, oyunculuk dışında hiçbir mesleğin hayalini kurmadım! Tiyatro salonları dışında hiçbir mekana girdiğimde ateş basmadı. Kimbilir bir gün gerçekten 'oyuncu' olursam ne hissedeceğim! Etrafta koşuşmalar var. Işık hazır olmak üzere. Birilerinin yüzüne pudra sürülüyor. Yönetmen, Ata'ya, kapıdan girip ne tarafa yürüyeceğini anlatıyor. Evrim, yan tarafta birşeye kikirdiyor. Birisi bana çay veriyor. Gözümden uyku akıyor, bu yazıyı bitirmeye uğraşıyorum, poğaça mideme oturmuş, saçıma krepe yapılıyor, ayaklarım üşüyor. Ve şu anda yeryüzünde benden daha mutlu insan yok!