Bu kadınlardaki özgüvene bayılıyorum. Kuyruğu nasıl bu kadar dik tutabiliyorlar bilmiyorum. Helal olsun vallahi... Sanırım, karşı tarafla ilgilenirken dönüp kendilerine bakmaya pek bir zamanları yok. Onun için konuştukça ne kadar komik olduklarını hiçbiri hissedemiyor. Sözü nereye bağlayacağımı merak ediyorsanız, hemen söylüyorum; Nazire Şenlendirici ile Deniz Seki'den söz ediyorum. Hüsnü Şenlendirici mi? İnanın abartmıyorum, o, şu anda ikisinin de umurunda değil. Çünkü şu anda Deniz Seki ile Nazire Şenlendirici birbirlerinden başka bir şey görecek durumda değil! Deniz Seki, önceki gün bir röportaj yapmış ve aşkını itiraf etmiş. "Bundan kaçış yoktu. Biz bir aşk kazası yaşadık" demiş. Aşk kazası yaşadıkları şüphe götürmez bir gerçek. Ortada kırık dökük bir şeyler var çünkü. Ve devam etmiş: Sevgi varsa, aşk varsa gelip de kimse kimsenin elinden birini alamaz. Bu açıklamaları okuyunca Deniz'in bir önceki albümünden bir şarkının sözleri geldi aklıma... Ne diyordu: Seni öpmeye koklamaya doyamadım. Biri geldi aldı elimden soramadım. Buna karşı gelinmez biliyorum. Göz göre göre buna teslim oluyorum. Bu şarkı ne zaman yazılmıştı biliyor musunuz? Deniz'in Okan Bayülgen ile birlikte olduğu dönemde. Çünkü Cansu Dere'nin varlığını her an bu ilişkinin üzerinde hissediyordu ve sonunda da Okan zaten Cansu'ya gitti... Bu şarkı da işte o duygularla yazıldı; terk edilen, başkasına tercih edilen kadının duygularıyla... Keşke şimdi de biraz empati yapıp, Nazire Hanım'ın bu durumda neler hissettiğini görebilse... Neyse... Gelelim Nazire Hanım'a... Yine konuşmuş. Deniz Seki'nin evini basmasıyla ilgili olarak, "3 ay önce bıraktığım bir emanetim vardı, onu almaya gittim" demiş. Şarkı sözü yazamıyor belki ama en okkalısından lafları savuruyor. Devam etmiş: Deniz avucunu yalasın. Eşimi çok seviyorum ve boşamıyorum. Bu kavgada Hüsnü Şenlendirici yok tabii. Kadınlar birbirlerine göndermede bulunmaya devam ediyorlar. Çünkü bu onların savaşı! Bu arada Nazire Hanım'ın her konserde bebeğiyle ön sıralarda olmasına bir anlam veremiyorum. Gecenin o saatinde, o gürültünün ortasında, o minik bebeğin ne işi var acaba?