Bu köşede aylar önce bir önerimi seslendirmiştim. "Tıpkı aile hekimleri gibi her mahalleye aile psikologları da tahsis edilmeli" diye yazmıştım. Çünkü toplumun ruh sağlığı hiç de iyi sinyaller vermiyordu. Nihayet son ayların cinayet, şiddet ve vahşet bilançosu bu öngörümü haklı çıkarttı. Önceki gün bu yaraya büyük bir neşter vurulduğunu görmek ise beni biraz olsun rahatlatıp umutlandırdı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, büyük sosyal rehabilitasyon projesini açıkladı. Göktaş "Bu kapsamda 81 ilimiz ve 922 ilçemizin sosyal risk haritalarını çıkarmaya yönelik çalışmalarımızı başlattık. Sosyal risk haritaları ile kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı, bağımlılık gibi sosyal olguları bütüncül olarak görmeyi amaçlıyoruz. Elde edeceğimiz bulgularla her bir şehre, ilçeye, mahalleye hatta aileye özgü koruyucu ve önleyici faaliyetler yürütmeyi hedefliyoruz" dedi.
Göktaş, yeni bir modeli hayata geçirdiklerini de anlatarak, "Kısa süre içerisinde bütün Türkiye'de yaygınlaşmasını hedeflediğimiz Aile Rehberi Sistemi'yle talep eden haneleri daha yakından takip ederek, sorunlara hızlı ve etkili çözümler bulmayı hedefliyoruz" şeklinde konuştu.
Teşhis de tedavi yöntemi de doğru. Üstelik benim önerimle de örtüşüyor. Bakan Göktaş ve kadrosunu bu yolda tüm yüreğimle destekliyorum.
Bize biraz umut lazım
Dün İbrahim Sadri'nin gıdaların kirlenmesi ile zihinlerin kirlenmesi arasındaki koşutluğu tespit eden sözlerine yer vermiştim. Bu görüşe bir katkı da benden:
Bizim çocukluğumuzda neşe, mutluluk ve hepsinden önemlisi umut vardı. Bizler endişeli çocuklar değildik.
Peki zorluk yaşamadık mı? Hem de ne yaşamak... Yağ kuyrukları, hastane rezillikleri, her gün taranan kahvehaneler... Ama enseyi bugünün çocukları ve gençleri kadar karartmamıştık. Geleceğe hep umutla, mutlulukla bakıyorduk. O zaman da soğuk savaşın sıcak savaşa evrilme olasılığı vardı ama bunun içimizdeki ümidi yok etmesine izin vermiyorduk. Gelecek bizimdi, öyle hissediyor, öyle yaşıyorduk.
Şimdi küçük kızım bana her gün "Baba İsrail bize saldırır mı?" diye soruyor. Çünkü dört bir yanı savaş, terör ve vahşetle çevrili. Cep telefonu, tablet, bilgisayar, televizyon kuşatmasında bir çocuğu dünyanın bu kötü halinden soyutlamaya imkan yok.
Onlara bir şekilde "umut" aşılamak zorundayız. Yiyecekten, içecekten daha çok buna ihtiyaçları var.
Aman dikkat!
Dolandırıcılığın, sahtekarlığın kol gezdiği günümüzde artık her şeyden şüphelenmek, her tereddütlü durumu doğrulatmak zorundayız. Tabii olayı ruhsal bir hastalık olan paranoyaya dönüştürmeden.
Bugünkü uyarım velilere: GSM operatörü kodundan sonra 163 ile başlayan numaralardan sizi arıyorlar ve "Milli Eğitim Bakanlığı'ndan arıyoruz. Evinizde internet var mı? Çocuğunuz derslerini yaparken internete kolaylıkla erişebiliyor mu? Bunu denetlemek için evinize geleceğiz. Müsait bir gününüz için randevu verebilir misiniz?" diyorlar. Eğer tuzağa düşüp de kapınızı bu kişilere açtınız mı, kötülüklerden kötülük beğenin. Hırsızlık mı, gasp mı, tecavüz mü, adam kaçırmak mı, artık payınıza ne düşerse...
Bir de çocuğunuz servis aracını sokakta asla yalnız beklemesin. Araçlarıyla çocukların yanlarına yaklaşıp, "Sizin servis gelirken kaza yaptı, okula sizi ben götüreceğim" diyen ve çocuklara türlü kötülük yapan soysuzlar türemiş. Aman diyeyim...
Şeref kürsüsü
Millilerimizin İzlanda soğuğunda eşofmanlarını çıkartıp seremonideki çocuklara vermeleri sadece minikleri değil tüm dünyanın içini ısıttı.
Zap'tiye
Hapisten çıkan kardeşlerden Bahar Candan, sevgilisi ile ablası Nihal Candan'ın aşk yaşadığını iddia etti: Aynı tas, aynı hamam... Olan, haftalarca onların dosyalarıyla boğuşan hakimlere, savcılara oldu...
Ne demiş?
Pablo Neruda: "Neden şiirlerimi çalıp sevgiline kendi şiirlerinmiş gibi okudun?" Postacı: "Üstat, şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır. Benim o şiirlere ihtiyacım vardı."