Mekanları güzelleştiren de çirkinleştiren de içindeki insanlardır. Bir haftalık tatil için ailece konakladığımız otelde buna bir kez daha şahit oldum.
Otelin mimarisi de, konumu da, dekorasyonu, teknik donanımı ve servisi de tek kelime ile kusursuzdu. Gelgelelim, Türk lirasının değer kaybı ve erken rezervasyon indirimleri, gelen turist kalitesini de bir hayli ucuzlatmıştı. Hiç abartmıyorum, Beyoğlu'nun izbe barlarına bile alınmayacak tipteki "pasaportlu magandalar" yüzünden otelin yıldızları patır patır dökülüyordu...
Sabah ezanıyla ne kadar havlu bulursa 7 havuzda birden şezlong kapatanlar mı ararsınız, havuzda ayak parmaklarının arasındaki kirleri ovuşturanlar mı? Herkesin çoluk çocuk serinlemeye çalıştığı havuzlarda sözde voleybol oynamaya çalışan kazmalar yüzünden, küçük kızımın suratına top çarpmasın diye tüm kalecilik hünerlerimi göstermek zorunda kaldım.
Hele o açık büfe yemek zamanları... Üzerlerindeki en pahalı kıyafet ve aksesuarları görmesem, topluca iltica ettiklerini sanacağım.
O nasıl bir tıkınma krizidir. Tepeleme doldurulan tabaklardaki yemeklerin yüksekliği, Alanya'nın rakımından fazla. Kendi evinde tavuk kanadının kemiğini iki kere kemiren, kuru fasulyenin dibini ekmekle sıyırırken tabağın desenini de yiyenler, otel restoranında tabaklarındaki löp eti öylece bırakıp balığa, dönere saldırıyorlar. Recep İvedik'in ünlü açık büfe sahnesi, bunların yanında zarafet dersi gibi kalır... Mekanın üç öğününde ziyan edilenlerle üç ayrı aşevi kurulur vallahi.
Bir de en ucuzundan yaptıkları rezervasyonla otele patrondan daha fazla sahiplenenler var ki, Allah düşmanıma vermesin. Sanırsınız otele topraktan girmişler. Evindeki çarşafı ayda bir değiştirdiğine emin olduğum pasaklı kadın, resepsiyon görevlisini "Bugün niye çarşaflarımı değiştirmediniz?" diye fırçalıyor. Sanırsınız kendisi firavun, tüm otel personeli de kölesi... O sabır timsali personel, cenneti şimdiden garantilemiş olmalı.
"Her şey dahil" sisteminin yarattığı "Herkes cahil" kitlesi bana göre Türk turizminin önündeki en büyük problem haline dönüştü.
BİR DİVA PORTRESİ
Fotoğraf, Bülent Ersoy'un sosyal medyasından. Baktıkça insanın analiz edesi geliyor.
Tırnaklarını muhtemelen Freddy'nin Kâbusu filminin özel efekt uzmanı yapmış. Ayrıca kadıncağız salata tabağından cherry domates almak isterken o tırnaklar zavallı domatesleri delip geçmiş. Parmakta kuruyan cherry'ler de yüzük haline gelmiş zağar.
Divamız, başına geçirdiği onlarla aynı renk abajuru bulmak için de İstanbul'un bütün mobilyacılarını gezmiş olmalı. Abajur olur da altında ışık olmaz mı? Onu da makyajcısı halletmiş. Gözlerine öyle bir ışık makyajı uygulamış ki, karşıdan gelen şoförün gözünü alır, ölümlü kazaya sebebiyet verir maazallah...
Şaka bir yana, Bülent Ersoy her haliyle kendinden söz ettirir. Yoksa bu halk kimseye kolay kolay "Diva" demez...
ORMAN YANGINLARI VE MÜLTECİLER
İkisinin ne alâkası var diyeceksiniz, anlatayım:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Esad ile görüşme sinyali verir vermez eş zamanlı olarak Kayseri ve Afrin'de olaylar başladı. Tıpkı İzmir'de aynı anda 23 ayrı yerde yangın çıktığı gibi...
Mülteci sorununu fitil yapıp ülkeyi ateşe boğmaya çalışanlar da, ormanları tutuşturanlar da rüzgarın sert estiği zamanları kolluyor.
Bu uykudan uyanmazsak kül olacağız. Unutmayın, Afrin'de bayrak yakanlar ile İzmir'de orman yakanlara benzini aynı el veriyor.
Gaf'let kürsüsü
Mısır'da Osmanlı'dan kalma Mehmet Ali Paşa Camii'nin avlusunda çalgılı, göbek atmalı düğün yapıldı.
Zap'tiye
Bakan Mehmet Şimşek kuyumcuların 16 bin, doktorların 27 bin, avukatların 17 bin TL gelir beyan ettiğini açıkladı. Bu meslek sahiplerine kız vereceklerin dikkatine!!!
Ne demiş?
"Ahtapot musun? Örümcek misin? Harikasın Mert..." (Avusturya - Türkiye maçını anlatan Özkan Öztürk'ün kalecimiz Mert'in son dakikada yaptığı enfes kurtarışa yorumu)