Çocukluk arkadaşım Münir Yüceefegüç'ün gönderdiği yazı; bizim zamanımızda arsalarda oynanan futbolla, şimdiki Z kuşağının konsolda oynadığı futbol arasındaki farkı ortaya koyarken, orta yaşın üzerindekileri de zaman tüneline sokacak cinsten:
"1- Şişman olan her zaman kalecidir.
2- Oyun sadece tüm oyuncular. yorgunsa biter (kural 5 hariç ).
3- Hakem yok.
4- Sadece faul ciddiyse penaltı olur.
5- Topun sahibi sinirlenirse maç biter.
6- En iyi 2 oyuncu aynı takımda oynayamaz, O yüzden herkes kendi oyucularını seçer.
7- Eğer en son seçildiysen bu küçük düşürücüdür.
8- Sahadaki en iyi oyuncu top sahibiyle aynı takımda değilse maç çok geç başlar.
9- Üç korner bir penaltıdır.
10- Hava kararmaya yakın maç berabere ise golü atan maçı kazanır, maç biter.
11- Şut kalecinin boyunu aşarsa uzanamayacağı yere giderse gol sayılmaz.
12- Tahta kaleler çok lüks sayılırdı, iki taş koyup kale yapardık, göz kararı gol sayılırdı.
13- Çaktırmadan kale küçültülebilirdi.
14- Topa abanmak yok, ayıp olur.
15- Dur dur, teyze geçsin.
Yeni nesil çok şey kaybetti hem de çok şey! Belki top veya ayakkabı alacak paramız yoktu ama yemin ediyorum çok daha huzurlu, çok daha neşeli, çok daha güler yüzlü, çok daha insandık, ne istediğini bilen. Bizim orta saha oyuncumuz, 30 metre boyunda, her maçta oynayan, sahanın ortasındaki servi ağacımızı unuttum sanma. Bir de toprak sahamızda cam kırıkları, gazoz kapakları, çakıl taşları gibi şeylerin olduğunu da unutmamak lazım. Ne kadar güzel günlermiş. Hey gidi günler hey. Canım arkadaşıma kucak dolusu selamlar..."
Nerede o eski yazarlar?
Bu kez eski-yeni karşılaştırması medya üzerinden yapılmış. İşte değerli okurumuz Memduh Öksüz'ün yazısı:
"Eskiden gizli saklıydılar. PR gazeteciliği, reklam gazeteciliği, halde/elde kalan, ihracattan dönen meyve sebzeyi kansere çare gazeteciliği, itibar suikastı gazeteciliği azdı yahut gizliydi, göze batmıyordu. Rahmetli Hıncal Uluç gibi keyifle okunan, açıktan yazılan lezzet-sanat yazılarını kastetmiyorum. Şimdi öyle mi? Yandaş gazeteciliği, yoldaş gazeteciliği, fondaş gazeteciliği, montaj gazeteciliği, sürmenaj gazeteciliği veee şantaj gazeteciliği...
Bir de bu en baba (!) gazetecilere duayen denir oldu. Duayen sayayım öyleyse birkaç tane: Ahmet Kekeç, Rauf Tamer, Hıncal Uluç, Mehmet Barlas, Engin Ardıç... Her gün okurdum, nur içinde yatsınlar.
Yüksel abi iyi bakın kendinize. Neslinizin güzide temsilcilerisiniz. Var olsun sizin gibiler."
HAFTANIN ŞİİRİ
Bu kez şiirimiz de okurdan geliyor. Değerli okurum Ramazan Budaklar, "Estetik adlı şiirinize Obezite şiirimle nazire etmesem olmazdı" deyip yollamış.
OBEZİTE
Bu devran hep böyle sürüp gitmez ki
Şişman biri olacaksın günün birinde
Aklına gelecek gece tıkınmaların
Obez olacaksın günün birinde
Senin de damarlarını yağ bağlayacak
Senin de göbüşüne kilo dolacak
Elbette kalbine anjiyo yapılacak
By-Pass olacaksın günün birinde
Ne geri dönecek umudun olacak
Ne de tutunacak halin kalacak
Korkarım şişmanlık sonun olacak
Liposakşın olacaksın günün birinde
Senin de saçına karlar yağacak
Senin de gözüne karasu dolacak
Elbette damarlarına stent takılacak
Toprak olacaksın günün birinde.
(Göksel bu şekilde söylese belki daha ikna edici olacak!)
Gaf'let kürsüsü
Konya'da 14 yaşındaki kız öğrencisine cinsel tacizde bulunup, iğrenç mesajlar gönderen 55 yaşındaki coğrafya öğretmeni M.K. hepimizin midesini bulandırdı.
Zap'tiye
Eskiden yemekler ihtiyaç sahipleri ile paylaşılırdı. Şimdilerde fotoğrafı takipçilerle paylaşılıyor.
Ne demiş?
Değerli okurumuz Ali Aktulga, Kızıl Goncalar dizisinden bir inciyi daha not etmiş: "Kafeste doğan kuşlar, uçmayı hastalık zannedermiş."