Metin Akpınar'ın kızı olduğu ortaya çıkan Duygu Nebioğlu bu kez annesi Suphiye Orancı'yı bulabilmek için Atv'deki Müge Anlı'nın programındaydı. Herkes burnunu ekrana yaslayıp, Duygu'nun ağzından çıkacak kelimelere dikkat kesildi. Peşinen söyleyeyim, bu dosya Müge Anlı'ya ulaştığına göre o anne bugün-yarın bulunur ve her şey açıklığa kavuşur.
Programda herkesi etkileyen an ise annenin o dönem bir gazeteciye gönderdiği duygu dolu mektubun okunduğu dakikalardı. Anne Orancı o mektupta "Ben çocuklarımı başkaları büyütsün diye doğurmadım. Cezaevinden çıkacağım ve onlara bakacağım" diyordu ama kader her zaman olduğu gibi tüm planları bozmuştu. Duygu ve kardeşi Sevgi'nin bir başka iddiası da kan dondurdu. Duygu, verildikleri yurtta çalışanlar yüzünden kendisi ve özellikle de ablasının büyük travmalar yaşadıklarını dile getirdi.
Programın bombası ise Metin Akpınar'ın, Duygu'nun gizlice saç telini aldığının ve DNA testi yaptırdığının yine Duygu tarafından iddia edildiği anlardı. (Daha sonra 2 test daha yapılmış ve Metin Akpınar'ın, Duygu'nun babası olduğu ortaya çıkmıştı.)
Programa mesaj gönderen Uğur Dündar ise kendisi hakkında açılan babalık davası sırasında yapılan DNA testinin net bir şekilde bu iddianın aksine sonuç verdiğini, o yıllarda İzmir ile hiçbir ilişkisinin olmadığını, söz konusu kadını tanımadığını ve o dönem bekar olduğunu belirtti.
Belli ki bu hamur daha çok su kaldıracak. Türkiye'nin gözü en az bir hafta daha Müge Anlı'da olacak...
Ve son sözüm: Senaristler boşuna hikaye bulacağım diye kafa patlatmasın. Duygu'nun yaşadıkları Oscar'lık film olur.
ABD'de "İç Savaş"
Daha önce bu sütunlarda bahsettiğim ve Türkiye'de vizyona girmesini dört gözle beklediğim İç Savaş (The Civil War) filmini önceki gün özel basın gösterisinde izledim ve tek kelime ile bayıldım.
Film, geçtiğimiz aylarda Teksas eyaletinin merkezi otoriteye baş kaldırması ile başlayan ayrılıkçı olayları bir üst aşamaya taşıyıp gelecek adına bir projeksiyon yapıyor.
ABD'de iç savaş başlamıştır. Doğu güçleri; Batı'nın başkentine ilerlemektedir. Bir grup gazetecinin amacı ise işgal güçleri onu teslim almadan önce Başkan ile röportaj yapmaktır. Film aslında tam bir "savaş karşıtı savaş filmi." Öyle ki, "Savaşın içi-dışı olmaz, savaş savaştır" gerçeğini şamar gibi suratlara indiriyor.
ABD'lileri tıpkı bugünkü Gazze halkı gibi su tankerlerinin önünde günlerce sıra beklerken izlemek çok çarpıcıydı. Harabeye dönen kentleri de öyle. Özellikle ABD bayrağındaki yıldızların sayısının ikiye düşmüş olması, gelecek adına çok şeyler söylüyor gibiydi.
Ama beni 220 voltla çarpan diyalog, benzincide geçendi: Gazeteci, "Depoyu ve iki bidonu doldurman için sana 400 dolar verebilirim" deyince adam "O paraya sadece marketimizden sandviç alabilirsin" diye dudak büktü: Gazeteci "Amerikan değil, Kanada doları" dediğinde ise adamın gözleri maden bulmuş gibi parladı ve hemen denileni yaptı. Bana da "Acaba ABD dolarının pul olduğu zamanı görebilmek bizim nesle de nasip olacak mı?" diye düşünmek kaldı.
Filmde bir savaş muhabirinin insanlığını hatırladığı, diğerinin ise unuttuğunu betimleyen muhteşem bir metafor da var. 19 Nisan'da vizyona girecek Aleks Garland'ın yazıp yönettiği filmi, meraklılarına şiddetle tavsiye ediyorum ama kalbiniz çok yufka, mideniz hassas değilse tabii.... Zira insanı afallatacak kadar sert sahneler içeriyor.
Gaf kürsüsü
"Fenerbahçe 4-0 kazandı, son gol de Icardi'den geldi..." (BeIN Sports sunucusu Güntekin Onay'ın Galatasaray ile Fenerbahçe'yi karıştırdığı talihsiz anlar)
Zap'tiye
İsrail'in Gazze'de defalarca vurduğu Şifa Hastanesi'nin bahçesinde toplu mezarlar bulundu. İsrail son olarak bir çocuk parkını bombaladı. Şeytan bile ağlıyor olmalı...
Ne demiş?
Milyoner yarışmacısı Müjgan hanım, kendini üç kelime ile anlattı: "Olgun, dolgun ve çılgınım..."